DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

DEVLET AKLI MI? ULUSAL US MU?

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
DEVLET AKLI MI? ULUSAL US MU?

Günümüzde Devlet Aklı kavramında milli- sosyal organizasyon kültürünün yönetim etik ilkelerine dönüşümündeki kadim gelenek üzerine tartışmalar yapılagelir. Bu konuyla ilgili Düşünür-Yazar Cesurhan Taş’ın yazısını paylaşıyoruz:

”Giriş
Bireysel olarak yurttaşların siyasal tüzel kişiliği olan devletin aklı olur mu? Tüzel bir
kişiliğin aklı nasıl olabilir? Akıl ve akletme becerisi öteden beri insana özgü bir özellik ve
nitelik olarak hep anlatılagelir. Herhangi bir tüzel kişilik canlı bir varlık olmadığına göre o tüzel
kişiliğin düşünmesi ve eyleme geçmesi de ancak ve ancak o tüzel kişiliği oluşturan, yöneten ve
yönlendiren kişilerin istem ve istenci kadar olabileceği açıktır.
Türkiye televizyonlarında yayınlanan birçok dizi ve filmde, devletin görünen karar ve
yürütme organları dışında, görünmeyen, tanınmayan bir derin devletin varlığı sürekli işlenerek
ve gündemde tutularak kimi siyasetçi ve kamu görevlilerinin her türlü söylem ve eylemine bir
anlam yükleme, onlarda bir hikmet arama tutumu ve kültürü ülkede yerleştirilip kök salması
sağlandı. Özellikle sonuçları itibarıyla apaçık ortada ve olumsuz durumların yurttaşlar
tarafından kabullenilmesi ve benimsenmesi için “devlet aklı” kavramı sık sık kullanılarak
yurttaşları temsil eden bir takım siyasetçi ve kamu görevlisinin başarısızlıkları perdelenip
siyaseten hesap vermeleri engellendi.
Bu makalede, “devlet aklı” kavramının kökeni, tarihsel gelişimi, ülkemiz uygulamaları
incelenerek Türklük ekseninde değerlendirmeler yapılacak, “devlet aklı” kavramı yerine
“ulusal us” kavramı önerilecektir. “Ulusal Us” kavramının Türklüğün varlık, dirlik ve
süreklilik haklarının korunması bakımından “devlet aklı” kavramından daha yararlı ve değerli
olduğu anlatılacaktır.
“Devlet Aklı”nın Kökeni
“Devlet aklı” kavramı, genel olarak devletin iç ve dış güvenliğini sağlamak, varlığını
korumak ve sürdürmek amacıyla karmaşa ve kargaşa durumlarında yürürlükteki hukuksal ve
ahlaksal ilke ve kurallar dışına çıkarak söylem ve eylem ortaya koyabilme ve bunları halka
benimsetebilme becerisi şeklinde tanımlanabilir. Bu kavram, geleneksel egemenlik
düşüncesinin doğa yasaları ve Tanrısal ilkeleri referans alan birey odaklı yapılanmasının aksine,
devlet uygulamalarının bağımsız ve özerk bir işleyiş sistematiği olduğu ön kabulüne dayanır.
Bu işleyiş, ahlaksal ve yasal çerçevenin dışındaki devlet karar ve uygulamalarının olağan kabul
edilerek meşru sayılmasına zemin oluşturur. “Devlet aklı” kavramı ilk kez Giovanni
Botero’nun 1589 yılında yayınlanan Ragione Di Stato adlı itabında tanımlanmakla beraber
düşünsel kökenlerinin Machiavelli ile ilişkilendirilmesi daha yaygındır.
“Devlet aklı” (Ragione Di Stato), Giovanni Botero tarafından devleti kurmanın,
korumanın ve sürdürmenin bilgisi olarak tanımlanır. Bu tanımlama, 16. yüzyıldaki zamanın
ruhuna ve politik epistemesine uygun olarak pratik alanda mutlak kuralların varlığı yerine en
iyi eylem tarzı ve koşulları arasında süregiden çatışmalara çözüm arayışı olarak yorumlanabilir.
Devlet yönetiminin karşılaştığı sorunlar karşısında, ahlaksal ve dinsel aklın yetersizliğinin
ortaya çıkışı, geleneksel değerlerden bağımsız politik bir akıl tartışmasını gündeme getirmiştir.
Botero bu tartışmalar karşısında sentezcilik yaklaşımını benimsemektedir. Botero’ya göre
devlet, halk üzerinde sabit bir yönetimdir ve “devlet aklı” sayesinde devlet eylemlerinin
şeytaniliği nötr hale getirilerek kilise aklına uygun bir devlet kurulması olanaklı hale gelir.
Botero’nun öğretisinde, devleti kurma, koruma ve sürdürme becerisi olarak kendi çalışma ve
uygulamalarına bir tür incelik ve meşruiyyet kazandırma becerisi olarak devlet aklının seküler
karakteri, tersine çevrilmektedir. “Ragione Di Stato” yaklaşımı, teolojik, politik ve
epistemolojik dönüşümler çağında dinsel otoritenin gücünün yeniden sağlanması çabasına denk
düşmektedir. Botero, “devlet aklı” kavramını Hıristiyan ahlakıyla uyumlu hale getirmeye
çalışarak politik sorunları çözmeye yönelmektedir. Ona göre en etkili politik akıl, Tanrı
tarafından verildiğinden politik güç de Tanrı’nın istencindendir. Botero, kötü ve iyi devlet aklı
ayrımları da yapar. Kötü devlet aklı kişisel hırslar uğruna ortaya konulan devlet yönetimi iken,
iyi devlet aklı, ahlak, din ve herkesin gönenciyle ilgili Hristiyanik bir devlet yönetimidir.
Botero, Machiavelli ve seküler politik düşüncenin temellerine itirazda bulunmaktadır. İyi devlet
aklı Hristiyanik köklere dayanırken, kötü devlet aklı Makyavelyan kuramdır.
Machiavelli’nin “devlet aklı” yaklaşımında din, ahlak ve politika arasındaki uyum
bozulmaktadır. Machiavelli, dinin devlete yön verdiği egemenlik biçimini yozlaşmayla ele
alırken, devletletin amaçları doğrultusunda kullanım değeri olan dinselliği değerli hale
getirmektedir. Machiavelli’nin aşkın ve dışsal otoriteler yerine kendi dinamiklerinden gücünü
alan iktidar kurgusu, deneyimsellik ve bilimsellik ilkeleri üzerine yükselmektedir. Machiavelli
tözsel bir tartışma yerine pratiğe yönelen bir düşünme biçimi ortaya koymaktadır. Machiavelli
kuramsal, evrensel ilkeler aramak yerine dünyada varolan egemen koşulları konu edinmektedir.
Machiavelli ve çağdaşı Galileo yöntemsel açıdan birbirine benzemektedir. Zira Galileo
deneyimsel gözleme dayalı, titiz matematiksel yöntemle doğanın yasalarını tanımlarken,
Machiavelli deneyimsel gözlem ve tümevarımsal yorumlama yöntemiyle politikanın yasalarını
tanımlamaya yönelmektedir. Geleneksel yaklaşımdaki edilgen insan betimlemesi,
Machiavellli’nin kuramında terk edilmektedir. Deneyimsel yönteme uygun olarak yapılması
gereken, insani tutkuları gözlemlemek, insan pskolojisini iyi bilmek ve pratik duruma uygun
sonuçlar çıkarmaktır. Machiavelli’nin bu epistemolojik müdahalesi, “devlet aklı” kavramına
kapı aralamaktadır.
Machiavelli’de prensin ve devletin korunması, politikanın “summum bonum” ilkesidir.
Gereklilik kavramı, güç ilişkileri bağlamında yeni politika için vazgeçilmezdir. Machiavelli
düşüncesinde ahlaki, dini, felsefi idealler, devlet adamı ya da prensin içsel ve tinsel hareket
kaynakları olamaz. Gereklilik koşullarında prensin etiği ve yasayı yadsıyarak eyleme
geçebileceği gerçekliği, Machiavelli düşüncesine içkin hale gelir. Bilge ve erdemli bir prens,
soyut ilkeler yerine pratik koşullardan, zorunluluk ve gerekliliklerden erdem ve ilkeler
çıkartarak krizlerle mücadele etmeli, konumunu korumalıdır.
Machiavelli’de devletin elde edilip sürdürülebilir oluşu, devleti yönetecek olan öznenin
bilgi, yetenek ve becerileri konusunu gündeme getirmektedir. Devleti yönetecek olan prens
tikel, sıradan bir varoluş değildir. Üstlendiği politik işlev tarafından devletin bir birey halindeki
zorunlu varoluşunu imler. Prens, başka bir varoluş düzeninin parçasıdır. İhtiyaç, tutku, kusurlar
ve erdem kategorilerinin ötesinde devlet kurma, sürdürme ve büyütme amacının peşindedir.
Yetkinliği ise ahlaki erdemlerde değil, politik erdemlerdedir. Prens, devletin korunmasını
sağlayan kötü huyları varsa bunlardan rahatsız olmamalıdır. Bu tür durumlar yeterince
incelendiğinde erdem gibi görünen bazı şeylere uymak felaket getirebilir, kusur gibi
görünenlerse uyuldukları takdirde huzur ve güvenlik getirebilir. Prens iki yönlü bir beceriyi
pratikte ortaya koymak durumundadır. Başarılı bir Prens, zamanın ruhuna uygun biçimde
değişmeyi bilen, fırsat ve şans karşısında hazırlıklı bir figürdür.
‘Amaç yolunda araçlar mübah mı?’
Varolan gerçeklik karşısında, erdem-gereklilik-baht arasında kurduğu denge, iktidar
ilişkilerini meşrulaştıran düşünme biçimi, mutlak ahlaki değerlerden yoksun olumsallık
vurgusu, iyilik ve kötülüğün paradoksal iç içeliği, prensin sürekli değişen koşullara ayak
uydurması gibi konular Machiavelli’yi “devlet aklı” hususunda en temel düşünür yapmaktadır.
“Amaç yolunda araçlar mübahtır” şeklinde özetlenebilecek görüşleri ile Machiavelli, devlet
uygulamalarının meşrulaştırıcı birisi haline gelir.
“Devlet aklı”, herhangi bir davranışın devleti korumak adına yapıldığında, ahlaki
olmasa da haklı olduğu görüşüne dayanır. “Devlet aklı” kuramı modern politika içerisinde
otonomik ve özerk bir yapıya işaret eden aktif bir öznellik durumudur. “Devlet aklı” kuramının
kişiler üstü ve özerk eylemlere gönderme yapan epistemolojinin aksine Machiavelli’de devlet
edilgen ve Prens’le bütünleşiktir. Devlet; kerameti kendisinden menkul, salt çıkarları üzerinden
ussallık belirleyen bir gücü imlememektedir. Machiavelli devletin ne yapabileceğine değil,
prensin devletle ne yapabileceği üzerinde durmaktadır.
Devletin korunması çabasının her türden değerin üzerinde kavranışı olarak “devlet aklı”,
Makyavelizm tartışmalarıyla kolayca ilişkilendirilmektedir. Ancak Machiavelli’nin etik-politik
tasarımında her koşulda uygulanabilir bir öğreti söz konusu değildir. Elverişlilik prensin politik
eyleminin en önemli belirleyicisidir. Machiavelli’nin çerçevesi “devlet aklı” kuramına dair bir
incelemede ikili bir yönelim barındırır. İlki olumlayıcıdır. Devletin spekülatif ve ideal olandan
bağımsız kuruluşu, “devlet aklı” kuramıyla ilişkilenmesine olanak sağlamaktadır. Benzer
biçimde prens ve tebaa arasındaki ilişkinin dışsal bağlardan koparılması ve politikada insan
eylemlerinin belirleyici hale gelmesi devleti, referans noktası haline getirmektedir. Bu zemin
devlet erkine içsel bir kuruluşu önceleyerek toplumsal ilişkileri dönüştürme olanağı
sunmaktadır.
Hukuk Devletinde “Devlet Aklı” Nasıl İşler?
Gelişmiş ve kalkınmış toplumların yurttaşı olduğu günümüz devletlerinde “hukukun
üstünlüğü” ilkesi geçerlidir. Bu ilke, “devlet aklı”nın sınırsızlığına karşı bir endişe nedeniyle
ve bir “anayasa” aracılığıyla, devletin keyfi müdahalelerinden yurttaşı ve bireyi korunmayı
amaçlamaktadır. Ancak yine de “devlet aklı”, anayasa ile düzenlenen sıkıyönetim ve olağanüstü
hâl rejimi gibi yasal araçlarla “hukukun üstünlüğü” ilkesini devre dışı bırakabilmektedir.
“Devlet aklı” kuramı, devleti en yüce değer ve bizatihi amaç olarak görmektedir. Bu
yaklaşıma göre, devletin meşruiyeti kendine içkindir ve kendinden menkuldür. Bu kuram,
devletin varlığını korumaya ve selametini muhafaza etmeye mutlak öncelik tanımaktadır.
Devletin varlığı ve bütünlüğünün korunması için başvurulacak her yöntem mubah sayılmakta
ve her araç meşru kabul edilmektedir. “Devlet aklı” kavramı, olağanüstü bir kriz durumunda,
devletin korunması için herhangi bir hukuk ve ahlak ilkesi ve kuralıyla bağlı olmamayı ifade
etmektedir. “Devlet aklı”nın gerekçesi olan gereklilik, zorunluluk ve olağanüstü durum,
yönetim sanatının bir tekniği olarak istihbaratı ortaya çıkarmış ve şekillendirmiştir. En çağdaş
ve gelişmiş devletlerde bile hukukun üstünlüğü ilkesi egemen olmakla birlikte sıkıyönetim,
olağanüstü hâl ve savaş durumlarında “devlet aklı” kavramı hemen etkin hale getirilmekte,
yazılı hukuk kuralları belirli veya belirsiz bir süreyle askıya alınabilmektedir.
“Devlet aklı”nın öngördüğü siyaset ve yönetim anlayışı, devlet merkezli bir zihniyeti ve
“devletçi” bir tutumu imlemektedir. Böyle bir zihniyet ve tutum ise, devletin meşruiyet
kaynağını yine bizatihi devletin içinde bulmakta ve devleti en yüce değer olarak kabul
etmektedir. Meşruiyeti kendine içkin olan devlet varlığı ve sürekliliği için “gerekli” olan her
şeyin yapılması ve bir yüce değer olarak devletin varlığının, sağlığının ve gücünün korunması
için gerekli olan her yol ve yöntemin kullanılması da normal karşılanmaktadır.
“Devlet aklı” kavramı, devletin ortaya çıkışı ve meşruiyeti ile ilgilenmeksizin devleti
korumayı amaçlamaktadır. Diğer bir deyişle, devleti ebed-müddet kılmak temel gayedir.
Elbette bu ruh her hal ve durumda çıplak bir gözle görülmeyecek kadar da gizlidir. Kimi tarihsel
koşullar ve olaylar altında çeşitli biçimler ve yöntemler üzerinden belirginleşmekte ve
görünürlük kazanmaktadır. “Devlet aklı” devleti, her türlü araç ile- ebed-müddet kılmaya
çalışan bir çabalar bütünü olup devletin temeli veya görünmeyen ruhudur.
“Devlet aklı” kavramı çağdaş devlet düşüncesi içerisinde belirginlik kazanmış ve
sistematik bir yapı kazanmıştır. Çünkü, çağdaş devlet düşüncesini, önceki siyasi örgütlenme
biçimlerinden ayıran en belirleyici özellik iktidar ilişkisindeki farklılıktır. Çağdaş devlet
düşüncesindeki iktidar ilişkisini tanımlayan temel kavram, egemenliktir. Egemenlik, çağdaş
devletin ilk dönemlerinde Jean Bodin tarafından mutlak, bölünemez, devredilmez ve süreklilik
nitelikleriyle betimlenmektedir. Böyle bir egemenlik anlayışının çağdaş devlete sağladığı
araçlar, çağdaş “devlet aklı”nın çok daha kapsamlı, sistemli ve gizemli olmasını, her daim ve
gerektiğinde her yerde açık ve/ya örtük olarak etkin olmasını sağlamıştır.
“Devlet aklı” öğretisinin gerekçesini, “devletin gereklilikleri/zorunlulukları”
oluşturmaktadır. Zorunluluklar, devletin özünde gizlidir. Temel amacı varlığı olan ve
meşruiyetini de bizatihi varlığından alan devlet, bu amaç çerçevesinde zorunlulukları yine
kendisi belirlemektedir. Belirlenen bu zorunluluklar için gerekli olan her türlü aracı bilme ve
kullanma, “devlet aklı”nın bir gereğidir. Bu durumda, açıkça “devlet aklı”nın bir parçası olan
bu bilgi, “devlet sırrı” niteliğindedir. Özellikle devletin düşmanları ve muhalifleri/rakipleri
tarafından bu bilginin ve gerçek kaynağının öğrenilmemesi yaşamsal önemi iyedir. Böyle bir
gizemli bilginin yaratacağı başka bir durum da devletin gücünü ve derinliğini bilinmez
kılmaktır. Devletin gücü ne kadar bilinmezse o kadar saygı duyulacak ve devlet de kendini o
denli korumuş olacaktır. “Devlet aklı”nın bir parçası olarak gizli bilgi ihtiyacı, istihbarat
sanatının oluşmasını sağlamış ve onu biçimlendirmiştir.

‘İstihbarat, “devlet aklı” vasıtasıyla Daha Etkilidir’

İstihbarat, yönetme sanatının bir tekniği olarak çağdaş “devlet aklı”nın ayrılmaz bir
parçası olmuştur. İstihbarat, devletin varlığını ve çıkarlarını güvence altına almak ve
sürekliliğini sağlamak için gerekli ve karmaşık bir yönetim sanatı olarak anlaşılıp
uygulanmıştır. Bu bağlamda, “devlet aklı”nın bir parçası olan istihbarat, salt veri, işlenikveri,
bilgi ve haberden veya bir sekretarya tarafından toplanan olay dizgisinden daha fazlasını ifade
etmektedir. Uygun bir istihbarat, çıkarları, tutkuları, tasarımları, konu ve komşuların gerçek
doğasını ortaya çıkaracak ve böylece belirsiz ve karmaşık bir ortamda doğru bir şekilde yönetim
sanatının gerçekleştirmesini sağlayacak, gerekli “öngörü” ve “rasyonel bilgi” ile karar vericiler
donatılmış olacaktır. İstihbarat, “devlet aklı” vasıtasıyla hükümeti hem daha güçlü hem de daha
etkili kılmaktadır. Devletin yönetmeye gereksinim duyduğu tehlike ve fırsatları, kontrol
edilebilir bir biçime sokmaktadır.
Çağdaş “devlet aklı” doktrininin ortaya çıkması ve gelişmesi ile birlikte onu sınırlamaya
veya en azından “çıplak” görüntülerini örtmeye ve “tanımsız” olan taraflarını tanımlamaya
çalışan, bir boyutuyla “antitez” olarak okunabilecek, mekanizmalar da ortaya çıkmıştır. “Devlet
aklı” ile en genel anlamıyla “hukuk devleti” adı altında gelişen bu mekanizmalar arasında bir
gerilim ve çatışma durumu görülmektedir. “Devlet aklı”nda hukuk, devleti korumanın bir
aracıdır ve devleti koruduğu sürece meşrudur. Hukuk devletinde ise devlet, hukuka riayet ettiği
ölçüde meşrudur. “Devlet aklı” doktrininin tersine hukuk devleti, “devletin hukuk ile
bağlanması ve hukukun yetkilendirdiği oranda ve çerçevede faaliyette bulunabilmesi”ni
öngörmektedir. Hukuk devleti, “hukuku” devlete öncelemekte ve devleti onunla bağlamaktadır.
Ancak hukuk devletinin bu yaklaşımı, “devlet aklı” doktrinini ortadan kaldıramamıştır. Dahası
devlet aklı, hukuk devleti içine de sızmış ve orada kendisine yer edinmiştir.
“Devlet aklı”nın belirleyicilik kazandığı yöntemlerden biri, devlet aklının “çıplak” bir
biçimde egemen olduğu yöntemdir. Burada devlet aklı, şeklen olarak dahi herhangi bir
sınırlayıcılık ve gizlenme veya en dar anlamıyla bir yasa, “şekli yasallık” gereksinimi
duymaksızın devleti korumak üzere “düşmanlarını” yok etmektedir. “Örtük Devlet Aklı”
uygulamalarından birisini anayasacılık uygulamalarında görmek olanaklıdır. Anayasacılık
felsefesinde insan hakları perspektifinin sağlamış olduğu bireyi ve toplumu devlete karşı
korumak var iken “devlet aklı” yaklaşımında anayasa, devleti düşmanlarına karşı korumanın
bir şekli aracı haline gelmektedir. “Devlet aklı”nın hukuk devleti içindeki en somut
uygulamaları ise, “istisna hali” veya “olağanüstü hâl” denilen düzenlemelerdir.
“Devlet aklı” açısından hukuk içinde yer bulan istisna hali, soyut olarak tanımlansa bile
somut olarak tanımlanıp sınırlandırılamamaktadır. Tehlike veya ivedi bir durumun kendisi ve
buna karşılık olarak devleti korumanın nasıl olacağı ve neleri içereceği hukuk tarafından tek
tek belirlenememektedir. Ancak egemen akıl bunları belirleyip seçebilmektedir. Burası tam
olarak hukuksal olan ile siyasal olanın kesiştiği noktaya denk düşmektedir. “Devlet aklı”nın
istisna hali üzerinden gerçekleşmesini, hukukun dışına çıkarak hukuku korumak şeklinde
tanımlamak mümkündür. Çünkü karar veren egemen güç, hukukun üstündedir. Egemen güç,
hukuku askıya alma konusunda yasal olarak yetkili olduğunda, yasal olarak hukukun dışındadır.
Ayrıca hukukun dışında olan egemen güç, hiçbir şeyin de hukukun dışında olmadığına karar
vermektedir. Zorunluluğun ve ivedi bir durumun temelini oluşturduğu istisna durumuna karar
veren egemen gücü, hukukun dışına çıkarak hukuk içinde kalmak şeklinde paradoksal bir sonuç
ortaya çıkmaktadır.
“Ulusal Us” Kavramı
“Devlet aklı” kavramı, iç politikaya da uygulanmakla birlikte dış politikada da oldukça
yoğun kullanılan bir kavramdır. Hükümetlerin gündelik tercihlerinin üzerinde olan ve devletin
uzun vadeli temel siyasal tercihleri anlatmakta olup serinkanlılığı, sağduyuyu, basireti, feraseti
imleyerek devlet çıkarıyla beraber, rasyonelliğe vurgu yapmaktadır. “Devlet aklı” uzunca bir
süre Osmanlıca kırma dilindeki “hikmet-i hükümet” kavramıyla karşılanmıştır. Bütünüyle
bambaşka olmamakla beraber, arada hatırı sayılır bir fark bulunmaktadır. Hükümet ile devlet
arasındaki ayrım, modern-öncesi zamanda görece önemsiz sayılabilirdi. Ancak günümüzde bu
fark ciddi oranda belirginleşmiştir. Burada farkı yaratan sözcük ise “hikmet”tir. Hikmet,
herkesin akledemeyeceği, izahı kolay olmayan, hatta bazen kelimelere dökülemeyecek bir
müktesebatı, bilgelik bilgisini ifade eder. Hikmete ise herkesin aklı ermez; o gizemlidir.
Akıl sözcüğü arapça kökenli olup arapların zihin dünyasının bir yansımasıdır. Bu
sözcük, diğer ulusları islamsallaştırma sürecinde arap olmayan uluslara da aktarılmış olup bu
bağlamda Türk diline de geçmiştir. Oysa ki akıl sözcüğünün Türkçesi “Us” olup bu sözcüğün
yaygınlaşması amacıyla arapçasına karşı yeğlenmesi gerekmektedir. Ayrıca devlet gibi tüzel
bir kişiliğin aklından ziyade ulus gibi bireylerden oluşan bir topluluğun ortak bir usunun olması
veya oluşması daha doğal ve gerçekliğe uygundur. Ancak kişilerin öncelikle yurttaş ve birey
olması daha sonra da us ve istenç iyesi olması gerekir ki devletin kamusal yönetimi etkin ve
verimli olabilsin. Kişiler ise belli bir disiplin içinde sistematik düşünmeyi öğrenebildikleri
ölçüde devletin bir yurttaşı olabilmektedir. Bu şekilde bir ve bütün bir ulus haline
gelebilmektedirler. Ünlü düşünür Thomas Hobbes insanların doğal durumlarında ulus için
uygun olmadıklarını, onları siyasi özne veya vatandaşa dönüştüren şeyin disiplin olduğunu
belirtir. Doğadaki doğal durumda yalnızca meşru zorlayıcı güç yoktur. Aynı zamanda disiplin
ve us kullanımı da yoktur. Dolayısıyla devlet denen aygıtsal yapı, özü itibarıyla, bireyleri
disiplin altına almaya, doğal ve uygarlık dışı bireyi özerk, evcilleştirilmiş, yönetilebilir bir
özneye dönüştürmeye dayanır. Bir kişiyi, ulusun bünyesine topluma uygun kılan şey doğa değil,
disiplindir. İnsanın doğası gereği siyasal bir varlık olması, yani doğumuyla hemen iyi bir
vatandaş rolünü oynamaya uygun olması olanaklı değildir. Ancak uzun bir disiplin sürecinden
sonra bu dereceye ulaşabilir. Demek, devlet disiplini, yurttaş bireyleri var etmektedir.
Düşünen ve düşünmeyi başarabilen bireylerin ancak usu olabilir. Bunun tersi de
olanaklıdır. Ancak usu olan bireyler düşünebilir. Bireysel olarak uslamlama yapamayan
bireyler, bireysel istenç de üretemezler. Burdan hareketle, bireysel istenç üretemeyen
bireylerin, ulusal istenç de üretemeyeceğini söylemek gerekir. Ulusal istenç üretilemezse,
ulusal egemenlik iyesi de olunamaz. Ulusal egemenliğin temeli ulusal istençtir. Ulusal istenç
ise ancak ve ancak “Ulusal Us” aracılığıyla üretilebilir. Ne kadar çok yurttaş birey, us ve
uslamlama yeteneğine iye olursa ulusal istenç de o kadar sağlam ve güçlü olur. “Devlet aklı”
kavramı islamsal araplaşık zihin dünyasının bir yansıması olup gerçekliği anlama ve
anlamlandırmada yetersiz kalmaktadır. Çünkü, “devlet aklı” kavramı, devlet denen tüzel kişilik
ve bu kişiliğin iyesi olan prens, kral, şah, hükümdar, padişah, çar, melik, halife, imam gibi
zatların şahsi çıkarlarını ve koltuklarını korumak üzere her türlü ahlakdışı ve usdışı kötülüğü
yapabilmelerine ruhsat vermektedir. Demokrasi ve cumhuriyet sistemlerini benimsemiş olan
rejimlerde bile “devlet aklı” kavramı, devleti önceleyen ve ne pahasına olursa olsun devleti
koruma amacına yönelik bir niteliği sergilemektedir. Peki ya “ulus”? Ulusu kim önceleyip
koruyacaktır? Devlet kimindir? Devlet kurumları, yabancı ve düşman unsurlar tarafından ele
geçirilmiş ise ulusun varlığı ve güvenliğini kim koruyacaktır? Osmanlı İmparatorluğunun çöküş
yıllarında görüldüğü üzere padişaha dayatma yaparak kritik ve stratejik makamalara kendi
adamlarını yerleştiren yabancı ve düşmanlara karşı ulus özünü, varlığını, dirliğini ve
sürekliliğini nasıl koruyacaktır? Tam da bu noktada “ulusal us” kavramını öne çıkarmak
gerekmektedir. Ulus, kendi devleti tarafından dışlandığında ya da kendi devleti elinden
çıktığında, yabancı ve düşman güçler tarafından ele geçirildiğinde kendi varlığını korumak
üzere bir yapılanma içine girmesi zorunludur. Devleti olmasa bile bir ulus, varlığını
sürdürebilmek üzere kendi içinde özel bir yapılanmaya gitmesi şarttır. Yüzyıllardır devleti
olmayan ama varlıkları sürdürmeyi başarabilmiş disiplinli bir şekilde bireysellik ve ussallık
üretebilen uluslar olagelmiştir. Bunun en tipik örneği de yahudilerdir. İki bin yıl boyunca
devletsiz kalıp kendi içlerinde kurdukları ulusal us altyapısı sayesinde varlıklarının koruyup
sürdürdükleri ve en son ayrıldıkları topraklara dönüp kendi devletlerini yeniden kurabildikleri
görülmüştür.
İsrail’in Doğumunda “Yahudi Ulusal Usu”
“Ulusal Us” kavramının en başarılı şekilde uygulanıp gerçekleştirilmesine Yahudiler ve
İsrail örnek verilebilir. M.Ö. 1523-1313 yıllarında Mısır’dan kaçışla başlayan sürgün, M.Ö. 423
yılında Babil, M.Ö 373 yılında Pers sürgünü ile devam etmiş, M.S II. ve IV. yüzyıllarda
Romalılar tarafından ülkelerinden kovulmuşlardır. Mısırlılar, Babilliler, Persler ve Romalılar
tarafından yaşadıkları yerlerden kovulmalarına, iki bin yıl devletsiz kalmalarına rağmen yahudi
kimliğini her daim koruduklarını, yahudi ulusal varlığını her yerde ve koşulda yaşatabildikleri
tarihsel bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Kendi devletleri olmasa bile kendi ulus varlık
ve kimliklerini bin yıllar boyu koruyabilmelerinin en temelindeki faktörün “devlet aklı” değil,
“ulusal us”larının olduğu çok açıktır. Yahudilerin “ulusal us”u o denli güçlü ve keskindir ki her
bir yahudi bireyi ailesinde, okulunda, şirketinde, derneğinde, vakfında, kulübünde yahudi düşün
ve inanını güçlü bir şekilde yaşamış ve yaşatmıştır ve devlet tüzel kişiliği şeklinde olmasa da
yahudi ulus tüzel kişiliği her yerde ve her dönemde korunup sürekliliği sağlanabilmiştir.
Yahudilerin hem “bireysel us” hem de “ulusal us” düzeyinde bu denli güçlü ve sürekli
olmalarını sağlayan temel faktörün spiritüel ve anlamsal düzlem ile kurdukları bilinçli ve
inançlı bağ olduğunu söylemek olanaklıdır. Kendilerine özgü, birbirine girmiş dinsel ve etnik
milliyetçilik düşünce ve duygusunun “yahudi ulusal usu”nun oluşumunda büyük bir etkiye iye
olduğu görülmektedir.
Dinsel milliyetçiliği, bir ülkenin nüfusu içinde belirli bir dinî topluluğa ait olduğu ve bu
dine mensup olmanın, o ulusun bir üyesi olmanın bir parçası olduğu inancı biçiminde
tanımlamak olanaklıdır. İsrail’in bir yahudi devleti olması, İsrail ulusal ahlakının özünü
oluşturmaktadır. Dinsel milliyetçilik, bir ülkenin dinsel bir topluluk tarafından ve dinsel bir
topluluk için kurulduğu inancına dayanır. Devleti kuran ulus, o devleti popüler dinsel bir
milliyetçilik üzerine oturtarak kurabilir. Aynı zamanda bunu bilinçli olarak da besleyebilir. Bu
bağlamda İsrailli politikacılar ve okul müfredatları, yahudi çoğunluğunu ve yahudi değerlerini
teşvik eden bir “yahudi devleti”nin “ruhunu” aşılamak üzere tasarlanmıştır dense yanlış
olmayacaktır. Söz gelimi, İsrail hükümeti, devlet içeriğine kasıtlı olarak dinsel semboller ve dil
eklemektedir. Devlet bayrağı ve devlet damgası dinsel ikonografiler içermektedir. Dinsel
bayramlar aynı zamanda resmî tatil olarak da kabul edilir. Parlamento, dinsellik üzere
tasarlanmamışsa da “knesset” sözcüğünün seçilmesi bile yahudi dinselliğini yansıtmaktadır.
Yahudilik olmadan İsrail Devleti’nin meşruiyeti de olamamaktadır. Yahudilik, her
yönüyle yahudi benliğinin çelik ve motor gücüdür. Yahudilikte bir birey olarak nasıl
davranılacağına dair yönerge ve buyruklar bulunmaktadır. İsrail ve yahudilik birdir. Dini ve
devleti ayıran hiçbir şey yoktur. Çünkü yahudilik İsrail’in özüdür. Sinagoga gitmeseler bile
İsrailliler yahudidir.
Dünyanın dört bir tarafından binyıllar boyunca başka ulusların içinde ve egemenliğinde
yaşamış olan yahudi toplumlarının içinde yaşadıkları devletin kurallarına ve toplumun genel
düzenine uydukları, adapte oldukları halde nasıl olup da asimile olmadıkları özellikle incelenip
irdelenmesi gereken bir konudur. Yahudi bireylerin, beyinlerinde ve gönüllerinde her daim diri
tuttukları yahudiliğin ilke, erdem ve değerleri “yahudi ulusal usu”nun oluşumunun ve
sürekliliğin de temelinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Tanrının kendilerine toprak vaat ettiği,
evreni kendi kontrollerine verdiği, dünya ölçeğinde sürgünleri diğer toplumları aydınlatmak
üzere Tanrı’nın özel bir buyruğu olduğu gibi, düşünen insanların pek benimsemeyeceği sanrısal
saplantılar olsa da ”bireysel us” ve “ulusal us” varlığı, sürekliliği ve uyumu bugün İsrail ve
yahudilere dünyaya hükmetme, devletleri ve toplumları kontrol etme gücü ve olanağı
vermektedir.
“Ulusal Us” Kavramının Üstünlüğü
Devlet aklı kavramı, soyut bir tüzel kişilik olan devlete düşünme yetisi yükleyerek
devleti yüceltmekte ve kutsamaktadır. Devlet aklı yaklaşımında devleti yöneten prens, şah,
padişah, kral, diktatör gibi kişilerin devletin sahibi oldukları ve bu kişilerin malı olan devletin
kutsal olduğu, bu devleti ebed-müddet kılmak üzere her türlük hukuksal, ahlaksal, ilkesel,
erdemsel ve değersel tutum ve davranıştan vazgeçilebileceği düşüncesi, toplumsal felaket,
huzursuzluk ve mutsuzluğun kaynağı olabilmektedir. Devlet, bünyesinde barındırdığı toplumun
ve ulusun varlığı, dirliği, sürekliliği, esenliği ve gönencini umursamamaktadır. Bu yaklaşımda
birey, toplum ve ulus, devlet için vardır. İnsanlar devlete hizmet etmekle yükümlü bir tür
hizmetçi yerine konmaktadır. Böylesi bir sistemde, bütün bir toplum varıyla yoğuyla devletin
sahiplerinin keyfi için çalışıp çabalamaktadır.
Türkler gibi dünya tarihine yön ve biçim vermiş bir ulus, sık sık devlet kurmakta ve
yıkmaktadır. Kurduğu devletler sık sık ve kolayca, savaş olmaksızın kendi içinde sessizce
elinden kayıp gitmektedir. Devletinin kendi elinden çıkıp gittiğini de çok geç fark etmektedir.
Devleti kendi elinden gittikten sonra, devletin Türk olmayan sahipleri Türklere, devlet olmadan
Türklüğün yok olacağı tezini işlemekte ve aşılamaktadır. “Millet, devlet için vardır.” tezini
yoğun bir şekilde işlemektedir. Türklük, kendisinin olmayan bir devlete hizmete
zorlanmaktadır. Türklük, bilinen tarihi boyunca devletsiz kalmamıştır. Ancak 16 devleti kurup
yaşatamamak da ciddi bir başarısızlıktır. Türklük, kendi devletinin, kendi elinde kalmasını
sağlayacak ve yine kendisine hizmet edecek şekilde gerekli sistemi ve mekanizmayı kurmayı
şimdiye kadar başaramamıştır. “Devlet aklı” kavramı, islamsal araplaşık bir zihin dünyasının
ürünüdür. Arap kültürel yaşamının bir ürünü olup şeyhin/halifenin/emirin devletini koruyacak
şekilde düşünce dünyasını yansıtmaktadır. Türklük, arap zihin dünyasının bir parçası değildir.
Türklüğün kendi öz zihin ve kavram dünyası vardır. Hem toplumsal ilişkilerini hem de devlet
yapılanmasını bu zihin dünyasının kavramlarına göre düzenlemek durumundadır.
“Ulusal Us” kavramı Türklük için “devlet aklı” ile karşılaştırılamayacak kadar üstün bir
kavramdır. Devletin işlem ve eylem yapma kapasitesini de belirleyecek olan Türklüğün “ulusal
us”u olacaktır. Türklüğün, dünyanın neresine giderse gitsin Türk kimliğini koruyup sonsuza
dek varolmasını sağlayabilmesi için mutlaka “ulusal us” iyesi olması gerekir. Devleti olmasa
da Türklük varolmayı başarakcaksa bunun yolu “ulusal us” iyesi olmaktır. Yahudilerin bin
yıllar boyunca devletsiz kalsalar da varolabilmeleri, hatta dünya ölçeğinde egemen
olabilmelerini sağlayan faktör de bu güçlü “ulusal us” iyesi olabilme yetenek ve kapasiteleridir.
Türklük, düşünmeyi, oylamayı, uslamlamayı Tanrısal bir eylem biçimi olarak benimseyip
gündelik yaşam biçimi olarak uygulamak zorundadır. Ancak bu şekilde, Türklük ussallığı ve
bilimselliği temel alıp kritik ve stratejik düşünmeyi bilecek ve burdan hem “bireysel us” hem
de “ulusal us” üretecektir.
Sonuç ve Vargı
“Devlet aklı” kavramının kökeni, tarihsel gelişimi, ülkemiz uygulamaları incelenip
değerlendirildiğinde “devlet aklı” kavramı yerine “Ulusal Us” kavramının yerleştirilmesinin
daha gerekli ve yararlı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. “Ulusal Us” kavramının Türklüğün
varlık, dirlik ve süreklilik haklarının korunması bakımından “devlet aklı” kavramının daha
üstün olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, “devlet aklı”nın öngördüğü siyaset ve yönetim anlayışı,
devlet merkezli bir zihniyeti ve “devletçi” bir tutumu imlemekte ve islamsal araplaşık bir zihin
dünyasını yansıtmaktadır. Böyle bir zihniyet ve tutum ise, devletin meşruiyet kaynağını yine
bizatihi devletin içinde bulmakta ve devleti en yüce değer olarak kabul etmektedir. Devletin
varlığı ve sürekliliği için “gerekli” olan her şeyin yapılması ve bir yüce değer olarak devletin
varlığının, sağlığının ve gücünün korunması için gerekli olan her yol ve yöntemin mübah
sayılması hem usun hem vicdanın hem de gönlün razı olacağı bir husus değildir.
“Devlet aklı” açısından hukuk içinde yer bulan ayrıksı durum, soyut olarak tanımlansa
bile somut olarak tanımlanıp sınırlandırılamamaktadır. Tehlike veya ivedi bir durumun kendisi
ve buna karşılık olarak devleti korumanın nasıl olacağı ve neleri içereceği hukuk tarafından tek
tek belirlenememektedir. Bunları ancak devlete egemen olan prens, emir, kral, halife gibi kişiler
veya bunların adamları belirleyip saptayabilmektedir. Burası tam olarak hukuksal olan ile
siyasal olanın kesiştiği noktaya denk gelmektedir. “Devlet aklı”nın ayrıksı durumu üzerinden
gerçekleşmesini, hukukun dışına çıkarak hukuku korumak şeklinde tanımlamak olanaklıdır.
Çünkü karar veren egemen güç, hukukun üstündedir. Egemen güç, hukuku askıya alma
konusunda yasal olarak yetkili olduğundan, yasal olarak hukukun dışındadır. Ayrıca hukukun
dışında olan egemen güç, hiçbir şeyin de hukukun dışında olmadığına karar verebilmektedir.
Zorunluluğun, gerekliliğin ve ivedi bir durumun temelini oluşturduğu ayrıksı duruma karar
veren egemen gücü, hukukun dışına çıkarak hukuk içinde kalmak şeklinde paradoksal bir sonuç
ortaya çıkmaktadır.
İslamsal araplaşık zihin dünyasının ürünü olan “devlet aklı” kavramı kullanımdan
çıkarıp “bireysel us” ve “ulusal us” kavramlarını yerleştirmenin gereği ve değeri ortaya
çıkmaktadır. Bireylere, stratejik düşünmenin, oylamanın, uslamanın, düşünce ve istenç
oluşturmanın gereği ve değeri öğretilip bu anlamda kapasite edinmeleri sağlanmalıdır. Bireysel
düşünce oluşturmayı bilmeyenler, ulusal düşünce de oluşturup ulusal stratejiler geliştiremezler.
Bireysel istenç oluşturamayanlar ulusal istenç oluşturamazlar. Ulusal istenç oluşturmanın
temeli “ulusal us” üretebilmektir. “Ulusal us” ve “ulusal istenç” birbirini tamamlayan
kavramlardır.
“Ulusal Us” kavramının Türklük için “devlet aklı” ile karşılaştırılamayacak kadar üstün
bir kavram olduğu ortaya çıkmıştır. Devletin işlem ve eylem yapma kapasitesini de belirleyecek
olan Türklüğün “Ulusal Us”udur. Türklüğün, dünyanın neresine giderse gitsin Türk kimliğini
koruyup sonsuza dek varolmasını sağlayabilmesi için mutlaka “Ulusal Us” iyesi olması gerekir.
Devleti olmasa da Türklük, varolmayı başarakcaksa bunun en önemli yolu ve yöntemi “ulusal
us” iyesi olmaktır. Yahudilerin bin yıllar boyunca devletsiz kalsalar da varolabilmeleri hatta
dünya ölçeğinde egemen olabilmelerini sağlayan faktör olan bu güçlü “ulusal us” iyesi
olabilme yetenek ve kapasiteleri örneksenerek Türklüğe uyarlanmalıdır. Türklük, düşünmeyi,
oylamayı, uslamlamayı Tanrısal bir eylem biçimi olarak benimseyip gündelik yaşam biçimi
haline getirmelidir. Ancak bu şekilde Türklük, ussallığı ve bilimselliği temel alıp kritik ve
stratejik düşünmeyi bilecek ve burdan hem “bireysel us” ve hem de “ulusal us” üretecektir.

KAYNAKÇA
AGAMBEN, Giorgio: İstisna Hali, Çev. Kemal Atakay, Otonom Yayınları, İstanbul 2006.
ATAY, Falih Rıfkı: Zeytindağı, Pozitif Yayınları, İstanbul 2004.
AYDOĞAN, Erdal: İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908-1918), Ötüken Yayınları,
İstanbul 2007.
BELGE, Murat: “Teşkilat-ı Mahsusa”, Birikim, Sayı: 116, Yıl: 1998, s.16-20.
BOTERO, Giovanni: The Reason of State, Trans. P.J. Waley & D.P. Waley, Yale University
Press, New Haven 1956.
ERDOĞAN, Mustafa, “Hikmet-i Hükümet’ten Hukuk Devletine Yol Var mı?”, Doğu Batı
Düşünce Dergisi, Sayı: 13, Yıl: 2000-01, s. 45-57.
FOUCAULT, Michel: “Omnes et Singulatim: Siyasi Aklın Bir Eleştirisine Doğru”, Özne ve
İktidar, Çev. Işık Ergüden – Osman Akınhay, 4. Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014.
FOUCAULT, Michel. (1965) Madness and Civilization: A History of Insanity in the Age of
Reason, translated by Richard Howard. New York: Vintage Books.
FOUCAULT, Michel. (1977) Discipline and Punish: The Birth of the Prison, translated by
Alan Sheridan. Harmondsworth: Penguin.
FOUCAULT, Michel. (1980) Two Lectures. In Power ⁄ Knowledge, edited by Colin Gordon,
translated by Colin Gordon et al. New York: Pantheon Books.
FOUCAULT, Michel. (1991) Governmentality. In The Foucault Effect: Studies in
Governmentality, edited by Graham Burchell, Colin Gordon, and Peter Miller, translated by
Rosi Braidotti and revised by Colin Gordon. London: Harvester Wheatsheaf.
HUTCHINSON, Steven: “Intelligence, Reason Of State and The Art of Governing Risk and
Opportunity in Early Modern Europe”, Economy and Society, Vol: 43, No: 3, 2014, s. 370
400.
MEINECKE, Friedrich: Machiavellism: The Doctrine of Raison d’état and Its Place in
Modern History, Trans. Douglas Scott, Yale University Press, New Haven 1962.
POOLE, Thomas: Reason of State: Law, Prerogative and Empire, Cambridge University
Press, Cambridge 2015.
PUFENDORF, Samuel. (1934) The Law of Nature and Nations. Oxford: Clarendon Press.
ROSENBLUM, Nancy L.: “Constitutional Reason of State: The Fear Factor” Dissent in
Dangerous Times, Ed. Austin Sarat, The University of Michigan Press, Michigan/USA, 2005,
s. 146-176.
SANCAR, Mithat: “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, 4. Baskı, İletişim Yayınları,
İstanbul 2008.
SAUNDERS, David. (1997) Anti-Lawyers: Religion and the Critics of Law and State.
London: Routledge.
SAYGILI, Abdurrahman: Kutsallık ile Rasyonellik Sarkacında Devlet, İmaj Yayınevi,
Ankara 2014.
SCHMITT, Carl: Siyasi İlahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, Çev. A. Emre
Zeybekoğlu, 3. Baskı, Dost Yayınları, Ankara 2010.
TUCK Richard: Philosophy and Government 1572-1651, Cambridge University Press,
Cambridge 1993
VIROLI, Maurizio: From Politics to Reason of State: Th e Acquisition and Transformation of
the Language of Politics 1250–1600, Cambridge University Press, Cambridge 1992.

YORUM YAP