
Bugün Gediz Ovasında, toprağın, çiçeklerin, doğanın kokusunu severek büyüyen bir Beyaz Yakalı’nın yıllar sonra çiftçiliğe geçiş öyküsünü anlatacağız. Adı, Hüseyin Pakdoğan. Manisa’da kurumsal çalışma hayatına başlayıp Denizli’de ülkemizin en büyük şirketlerinden birisi olan bakır tel üreticisi Er-Bakır şirketinde uzun yıllar görev yapan bir profesyonel. Kendisiyle toprağı işlemenin incelikleri ve özellikle zeytincilik üzerine üretim deneyimlerini paylaşmak istedik.
Uzun süre Türkiye’nin ihracattaki önemli firmalarından birinde Global İK (İnsan Kaynakları) Müdürü olarak Denizli’de çalıştınız; şimdi Manisa’ya döndünüz, burada toprak aldınız, zeytin ve zeytinyağı üretiyorsunuz. Bu süreci başından alalım, sizi tanıyalım.
1961 tarihinde Dilşikâr Mahallesinde doğdum. Baba ailem Manisa’nın büyük ailelerinden birisi olan Karahafız sülalesidir. Doğal olarak her yerli Manisalı ailesinin olduğu gibi bizim de bağlarımız vardı. Gediz ovası Çakalazmak mevkiinde. 15 yaşına kadar her yaz bağbozumu için bağımıza gider, Halamlar ve kuzenlerimizle bugün özlemi duyulan gaz lambaları ışığında ve tabi ki sivrisinekler arasında ova gecelerini yaşardık. Buradan da anlaşılacağı üzere aslında toprakla çok iç içe yaşadım.
Üniversite hayatım dâhil tüm eğitimim Manisa’ da geçti. Hatta çalışma hayatımın ilk 15 yılı da. Kurumsal çalışma hayatım maalesef bugün ticari hayatta olmayan Safir Tekstil grubunda başladı. Daha sonra hem yaşam koşulları hem de şartlar gereği iş değişikliği nedeniyle 2000 yılı sonunda Denizli’ de ülkemizin en büyük şirketlerinden birisi olan bakır tel üreticisi Er-Bakır şirketinde işe başladım. Bu şirketin yerelden küresel bir şirket haline gelmesine katkım olduğuna inanarak 2024 yılının ilkbaharında kurumsal hayattan emekli olarak doğup büyüdüğüm ve köklerimin olduğu kentime geri döndüm.
İki kızım var. Büyük kızım evli, Manisa’ da yaşıyor ve İzmir’ de sektörünün lideri olan bir şirkette İK bölümünde çalışıyor. Küçük kızım ise İngiltere’ de bir pazarlama şirketinde iş geliştirme bölümünde çalışıyor. Ben de sevgili eşim Hülya ile Manisa’ da yaşıyor ve tarım ile ilgilenmeye/öğrenmeye, hem Manisa hem de ülkemizin için değer üretmeye çabalıyoruz.
Tarım girişimciliği kararı almanızda hangi etkenler belirleyici oldu? Toprağı ve tarımsal yetiştiriciliği öğrenmek açısından sizi bu alanda en çok heyecanlandıran güdü nedir?
Kurumsal hayattaki üst düzey yöneticiler çalışma hayatının sonlanacağını bilerek sonraki hayatları için bir seçim yaparlar. Bu seçim kurumsal hayattan sonra ne yapacak ve nasıl yaşayacakları ile ilgili yatırımı hangi yönde yapacakları yönündedir. Ben de 2004 yılında başlayarak seçim yapmak için çalışmaya başladım. Ya çoğunluğun yapacağı gibi gayrimenkul yatırımı yapmak ve kira geliri ile yaşamımızın standardını koruyacak ya da hem üretkenliğe/değer yaratmaya devam edebileceğim hem de ek gelir elde ederek yaşam standardımızı koruyacaktık. İşte beni en çok motive eden değer yaratma olgusu oldu. Böylece üretmeye ve topluma değer sunmaya ve ülkemin zenginleşmesine bir nebze olsun katkı sağlamaya devam edecektim. Tarımı seçme nedenim ve bir alt madde olarak da tarım içinde zeytinciliği seçme nedenim ise kurumsal hayat sonrası hobilerime de zaman ayırmak isteğim vardı. 90’ ların başından itibaren fotoğraf çekiyorum ya da çekmeye çabalıyorum. 2005 yılından itibaren de yelken sporu ile ilgileniyorum. Eğer bağcılık ile devam edersem hobilerime özellikle yelkenciliğe yeterli zaman ayıramayacağımı anladım ve yerine ne koyabileceğimi düşündüm. Araştırmalarım sonucu zeytin bana en uygun tarımsal yatırımdı bu nedenle de zeytincilik yapmaya karar verdim.
Neden özellikle zeytin? Bu seçiminizde kültürel, coğrafi ya da kişisel bir bağ var mı?
Yukarıda da anlatmaya çalıştım aslında aile geçmişimizde zeytin ile ilgili hiçbir çalışma yok. Belki var ben bilmiyorum. Çünkü maalesef Türk geleneğinde yazılı kayıt altına almak sağlam bir gelenek değil. Bizim ailemizin de yazılı bir soy ağacının olduğunu bile bilmiyorum.
Baba tarafımı yukarıda anlatmıştım. Anne tarafım ise Girit göçmeni bir aile. Annemin hem annesi hem de babası Girit Kandiye doğumlu ve gençlik dönemine kadar da Kandiye de yaşamışlar. Belki o taraftan gelen genler sonucu ben denizi, yelkeni ve deniz ürünlerini çok seviyorum. Hani derler ya denizden babam çıksa yerim diye. Sanıyorum o lafı benim için söylemişler. Bu nedenle yaz aylarında kendime daha çok zaman ayırabilmek için tercihimi bu yönde kullandım.
Bağınıza-bahçenize gittiğinizde, bir üretici olarak heyecanınızı paylaşır mısınız, toprağa dokunup bakımını yaptığınız ağaçların meyve vermesi sizce nasıl bir duygu?
Bu duyguyu tarif etmek benim açımdan biraz zor. Çünkü arazimdeki ağaçlar arasında dolaşırken kazara bir dalını kırdığımda o ağaçtan özür dileyen birisiyim. Bir bitki formuna benim kadar hassas yaklaşan insanların sayısı sanıyorum çok azdır. Bu nedenle ağaçlarda gördüğüm her bir zeytin tanesi için ağaçlara teşekkür eder, meyve vermemiş ağaçlara ise bu sene dinlen önümüzdeki yıl sen hepsinden çok verirsin diye konuşan bir üreticiyim. Her bir meyvenin ne kadar zorlu ve zahmetli bir süreçten çıktığını bilenler için dalda gördüğünüz her bir zeytin tanesinin değerlendirilmesi için çaba gösteriyorum. Çünkü bir zeytin tanesini oluşturma çabası her hasat sonrası ağaçların korunması için atılan koruyucu sıvı bakır ile başlıyor. Yani Ekim Kasım ayında elde ettiğiniz ürünün ede edilmesi çalışması aslında bir önceki Aralık-Ocak ayında başlıyor.
Nihayetinde elde edilen ürünler (sofralık zeytin ya da yağ) sanki her yıl yeni bir doğum sahnesini gerçekleştiriyor.
Sağlıklı bir zeytin ve zeytinyağı üretimi için neler yapılmalı?
Öncelikle elde edilen tanenin hiç hasar görmemiş, içine zararlı bir böcek girmemiş, larva bırakmamış ve ağaçtan toplandıktan sonra ise mümkün olan en kısa sürede işleme tesisinde işleme alınması gerekiyor.
Bunun öncesinde ise zamanında, mümkün olan en uygun değerde önleyici/koruyucu maddelerle ağacın ve meyvenin korunması sağlanması, zararlılarla mücadele edilmesi gerekiyor. Zeytin toplama işleminin de kullanılan kimyasal koruyucuların/önleyici ilaçların etki sürelerinin tamamlanmasından sonra yapılması gerekiyor.
Tarım kimyasalları sektörü bu konuda müthiş ARGE çalışmaları yapıyor. Kısa bir süre tarım kimyasalları üretimi yapan bir şirkette bulunduğum için bu konuya birinci elden şahidim. Gelecekte tamamen biyolojik mücadele ile bu konunun çözüleceğine inanıyorum.
Profesyonel bir tarım işletmesinin ya da tarımdaki teknoloji kullanımının köylere, yerel üretime ya da gençlere rol model olması açısından faaliyetinizin nasıl bir etkisi olmasını umuyorsunuz?
Aslında bu konuda çok umutlu değilim. Çünkü 2009 yılından bu yana arazimin yakın çevresinde bulunan 3 köy ile yakın iletişim halindeyim. Çünkü köylerde artık çok fazla genç insan yaşamıyor. Yaşayanların büyük çoğunluğu ise kentte iş bulamayan ya da uyum sağlayamadıkları için geri dönen insanlardan oluşuyor.
Bu durumun belki üniversite tarafından sosyolojik olarak araştırılması gençlerin yerel üretici olması için farklı stratejiler geliştirmesini sağlayacaktır. Bu çalışmalar esnasında bizim de dâhil olabileceğimiz ortamlar oluşursa seve seve gönüllü olarak yer alabilirim.
Diğer yandan benim üretim esnasından uyguladığım ya da benim edindiğim bilgiler ışığında yaptığım analizler sonucu yeni teknikler maalesef geleneksel tarım yapanların arasında çok yer bulmuyor. Örneğin ben toprağı işlemiyorum dediğim zaman “olur mu hiç, bir toprak sürmek bir sulamaya eşittir” diye bir yanıt alıyorum. Hiç kimse neden diye sormuyor. Ben bu davranışın altında “eski köye yeni adet mi getiriyorsun” ya da “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” yaklaşımının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de tarımın modernleşmesi adına makineleşme, sulama, bakım konusunda ülkemizden yeni teknoloji çıkmıyor. Ya dışarıdan satın alıyoruz ya da geleneksel yöntemlerle tarım yapmaya devam ediyoruz.
Zeytin ve zeytinyağı, Anadolu kültürünün simgesi; bu konuda bugün ki uluslararası konumumuz ve geleceği hakkında neler söylemek istersiniz?
Karamsar olduğum ikinci konuda bu. Kültürümüzün davranışlarımıza yansıması karakterlerimizin oluşmasına zemin oluşturuyor. Ben birleşerek güçlü olunacağına ve istenilen düzeye ulaşılacağına inanan birisiyim. Bu nedenle hayatım boyunca hem mesleki hem de sosyal anlamda STK’ ların içinde bulundum. Bu nedenle zeytincilik yapmaya karar verdiğimde de Zeytin dostu derneğine üye oldum.
Bununla birlikte yaklaşık 10 yıldır UZZK (Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi) ya üye olmaya çabalıyorum. Hem web sitelerinden e-posta yoluyla hem YK üyesi olan bir zeytin üreticisi aracılığıyla hem de sayın başkanın katıldığı bir TV programında yazılı talebime rağmen (ki başkan hemen başvurun üye yapalım diye beyanda da bulundu) üye yapılmadım. Sektörde faaliyet gösteren güçlü bir STK üreticiye böyle davranırsa uluslararası konuda nasıl bir yerimiz olabilir ki. UZZK zeytincilik sektöründe ülkemizde en etkili STK. Bu kadar kapalı yönetilen bir STK ile ne yapılabilir ki.
Üreticiye en açık olan STK ise Zeytindostu Derneği, orada da üyeyim zaten.
Zeytinyağı dünyada o kadar büyük değer kazanıyor ki. Arjantin, ABD, Japonya, Avustralya hatta Suudi Arabistan bile zeytin ağacı dikimi yapıyor hem de hiç ara vermeden. Bizim zeytincilik ile ilgili politikamız bu şekilde devam ederse bugün itibariyle övündüğümüz yerimizi çok arayacağız.
Ancak üretimde bulunduğumuz yer ile elde ettiğimiz gelir arasında dağlar kadar fark var. Çünkü biz zeytinyağında marka bir ülke değiliz, İspanya ve İtalya’ nın taşeronluğunu yapan bir ülkeyiz. İtalya’ da konuştuğum satıcılarla bizden aldıkları dökme zeytinyağlarını şişeleyerek İtalya yağı diye tüm dünyaya pazarladıklarını söylüyorlar.
Bizim devlet politikasını en baştan revize ederek markalaşma için yeni stratejiler geliştirmemiz gerekiyor.
Ben 10 yıldır yakın köylerde kooperatifleşmeliyiz diye öneriler getiriyorum ancak birkaç kişi hariç bu işe yanaşan kimse yok. Zaten çok fazla üretici de olmayınca konu hep ortada kalıyor.
Diğer taraftan zeytinyağı bu coğrafyanın bir ürünü, umarım kıyılara sıkışan zeytinyağı tüketimi ülke geneline yayılmış olacak. Çünkü dünyada en sağlıklı yağların başında geliyor.
Teşekkür ederim


