
Zaman zaman yazdım, söyledim, kimileri inanmadı, kimileri “abartıyorsun” dedi. Ama her defasında söylediklerim bir bir gerçekleşti.
Dedim ki, AK Parti, Ekrem İmamoğlu’nu kendi eliyle cumhurbaşkanlığına hazırlıyor. Oldu mu? Oldu.
Emekliler yerel seçimleri kaybettirir dedim. Oldu mu? Oldu.
Melih Gökçek’in gölgesi Ankara’da seçimi kaybettirir dedim. Oldu mu? Oldu.
Çiftçi baştan gözden çıkarıldı, bu gidişle tarım biter dedim. Bugün geldiğimiz noktada çiftçi nefes alamıyor. Oldu mu? Oldu.
Bugüne kadar ne dediysem, ne yazdıysam hepsi birer birer çıktı ve çıkmaya devam ediyor.
Bana “nereden biliyorsun bunları” diyenler oldu, tehdit edenler oldu, dalga geçenler oldu, küçümseyenler oldu. Belki birçoğu bir yerleriyle güldü.
Ama çok önemli değil.
Ben bu ülkenin bir gün refaha kavuşacağına, ekonomisinin düzeleceğine, hukukun yeniden en önemli unsur olacağına, her çocuğun en iyi şekilde besleneceğine ve kimsenin yoksulluktan dolayı intihar etmeyeceğine yürekten inanıyorum.
Bu inanç, yazdıklarımın da, susmadıklarımın da temelidir.
TERÖRLE TEHLİKELİ BİRLİKTELİĞİN SONU KÖTÜ BİTEBİLİR
Son günlerde iktidarın yeniden gündeme getirdiği “terör açılımı” söylemi dikkat çekici.
Bir yandan Öcalan’ın adı meclis kürsüsünden “kahramanmış” gibi anılıyor, diğer yandan Kandil’den gelen açıklamalarda “Öcalan bırakılmazsa kimse silah bırakmaz” deniliyor.
Bu tablo, geçmişteki “çözüm süreci” tecrübesini hatırlatıyor; ancak bu defa zemin daha kaygan, toplum daha yorgun, güven daha kırılgan.
Halk artık ne ekonomik olarak ne de psikolojik olarak bu tür deneylere hazır. Bu yüzden olası bir “açılım” girişimi, iktidara oy kazandırmaz, aksine kaybettirir.
MUHALEFETE YAPILANLARI HALK UNUTMUYOR
CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, halkın teveccühünü kazanmış isimlerin, özellikle Mansur Yavaş gibi güven sembolü siyasetçilerin hedef alınması, toplumun vicdanında büyük bir yara açıyor.
Vatandaş artık bu operasyonları “hukukun gereği” olarak değil, siyasi bir hamle olarak görüyor.
Ve tarih bize gösterdi: Halk, adalet duygusuna dokunulduğunda sessiz kalmaz.
Siyasi olarak hangi görüşte olursa olsun, halk yerel seçimlerde sevdiği siyasetçinin, inandığı başkanın arkasında duruyor.
Kayyum atamaları, görevden almalar ilk bakışta iktidara kazandırıyor gibi görünse de aslında kaybettiriyor.
Çünkü halk iradesine dokunulmasından hoşlanmaz.
Hele ki 55-60 bin kişinin katıldığı mitinglerde Apo’ya yapılan çağrılar, meclise davet etmeler…
Bu kadar şehit vermiş bir milletin kolay kolay unutacağı şeyler değildir.
Bu tür çıkışlar, iktidarın oy tabanında bile sessiz bir kırılma yaratıyor.
BU SEFER EMEKLİ, ÇİFTÇİ, ESNAF, İŞÇİ İKTİDARI SALLAYABİLİR
Bu sefer tablo farklı.
Bu sefer emekli, çiftçi, esnaf iktidarı sallayabilir, hatta seçimleri kaybettirebilir.
Çünkü sessiz kalan milyonlar artık sessiz kalmıyor.
Ve o sessizlik, sandıkta gür bir sese dönüşüyor.
Faiz artıyor, enflasyon durmuyor, alım gücü yerlerde.
Sanayici üretemiyor, üreten de sürdüremiyor.
Yabancı yatırımcı “gelmemeyi”, yerli üretici “gitmeyi” düşünüyor.
Bir ülke önce üreticisini, sonra da umudunu kaybedince geriye ne kalır?
Bugün Türkiye, işte tam o eşiğe dayanmış durumda.
Ekonomik göstergeler, artık sadece mali veriler değil; siyasi sonuçların da habercisi.
TENCERE TAVA SANDIKTA VEDA OLABİLİR
Emekliler geçinemiyor, gençler gelecek göremiyor, çiftçi tarlasını bırakıyor, sanayici fabrikasını satıyor.
Tüm bunların üstüne, siyaset dili hala kutuplaştırıcı, ötekileştirici.
İktidar, hala “eski reçetelerle” yeni krizleri çözebileceğini sanıyor.
Ama toplum değişti.
Ve bu değişimin karşısında durmak, rüzgâra karşı yürümek gibidir.
Ne kadar güçlü olursan ol, sonunda yorulursun.
Bugün gördüklerimiz, yalnızca bir ekonomik kriz, yalnızca bir siyasi gerilim değil.
Bu, bir dönemin sonuna yaklaşma işaretleri.
Tarih, her iktidara bir “dönüm noktası” yazar.
Belki de bu iktidarın dönüm noktası, tam da şu günlerde yaşanıyor.
VELHASIL
Eğer bu gidiş durdurulmazsa, eğer halkın sesine kulak verilmezse, önümüzdeki ilk genel seçim sadece bir iktidar değişimi değil, bir siyasi paradigma değişimi olarak tarihe geçecek.
