DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

30 AĞUSTOS BAYRAMI

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
30 AĞUSTOS BAYRAMI

30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutlayacağız. Bir kez daha Büyük Taarruzun ne anlama geldiğini ve bu mücadelenin arkasındaki ‘bağımsızlık’ ruhunu, ‘Yeni Türkiye’ ülküsünün savaş meydanındaki Kuvva’cı azmini bir kez daha göreceğiz.

Fakat enterasandır, bu zafer için bazı kafalar hâlâ önemin farkında değil, gerçekten anlamıyorum, bu ne kadar aciz bir cahillik ya da yanlış bilmişlik özgüvenidir; aslında milli değerlere nasıl bir düşmanlık duygusudur?…

Oysa Türk Milliyetçiliğinin, Türk Cumhuriyeti’ nin, Türk Devleti’ nin tarih misyonu ve Cumhuriyet erdemleri ile Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu kurucu değerlerin ne anlama geldiğini anlamak için 30 Ağustos’a bakmanız yeter.

Demek bunlara düşman bazı insanlar. Hayır belki de bu değerleri benimsemiyorsun, zorla değil tabii ama tarihi çarpıtmaktan ne anlıyorsun, diye sormak lazım!

Bir kez daha hatırlatalım:

Bu halkın tarihi derinliğine Türk Milleti denir… Ve, Sir-Derya, Mavera ün Nehir, Horasan Erenleri’ nin manevî kılavuzluğu insancıl bir tasavvuf deryasıdır ve Hakk’a gönül bağıyla samimi bir vicdan ister; bu bir!

İki: Anadolu bir Türk Yurdudur…

Üç:

Yeni Türkiye ile Cumhuriyet, demokratik uygarlık değerlerini ve bilimsel düşünce ufkunu evrensel ilkelerle buluşturan bir çağdaşlaşma metodolojisine sahiptir…

Biz 30 Ağustos Zafer Bayramını bu düşüncelerle benimsedik…

Kısaca özetleyelim:

Bir: 30 Ağustos Zaferi Anadolu’ ya özgür ve kendi kaderini elinde tutan bir Milli dava aşılamıştır. -Türk Milleti bir milli ülküdür ki, işte buna düşmanlık yapılıyor.-

İki: Başkomutanı da Mustafa Kemal’ dir.

Alparslan gibi, Mustafa Kemal de Anadolu’ yu Türk Yurdu olarak tescillemiştir.

Şimdi o günlere dönelim, Büyük Taarruz’ un hazırlık sürecinden örnek verelim…

Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında yazıyor;

Büyük Taarruzun hemen öncesi…

Komuta düzeyinde bir toplantı yapılmaktadır.

Yunan’ı püskürtme harekâtına başlanacaktır. Bütün stratejik kararların eşgüdümlü sürdürülmesinde Mustafa Kemal yetkili kılınmıştır. Gazi bu yetkiyi alırken Yeni Türkiye’ nin demokratik temayüllerinin temelini attığının da farkındadır. Meclis’de birçok muhalifle siyasi süreci yönetirken, Askerî kanattan da ciddi sorunlarla karşı karşıyadır… Plan gizlilik içinde yürütülürken büyük harekât öncesi komuta kademesi henüz belirlenmemiştir.

Vakit gelmiştir… Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak saldırı planını açıklar. Anadolu’ nun kurtuluş mücadelesi bu plana bağlıdır; tüm kaynaklar bu taarruza seferber edilmiştir; kesin bir sonuç alınmalıdır ve daha fazla beklenilmeye tahammül yoktur.

Bunu duyan Yakup Şevki Paşa, milletin varını-yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağını söyler.

İsmet Paşa da saldırıya karşıdır.

Mustafa Kemal,

-Milletin varı-yoğu bundan mı ibarettir Paşam, der.

-Evet.

-O halde kesin sonucu bununla almak zorundayız.

Gazi’ nin şakası yoktur!

Büyük Taarruz öncesi…

Lütfen şu durumu iyi okuyun,

Komuta kademesi hâlâ saldırıdan emin değil, çünkü askerin iaşe, lojistik, silah-mühimmat gibi eksiklikleri var. Hatta Milli Savunma Bakanı’na göre ‘günün birinde’ herhangi bir harekât emri verilecek olsa; ordunun yürümek için pabucu yoktur; silah kayışı yoktur.

(Harekât emri sadece Mustafa Kemal’e ait; o günlerde asker hazırlıkları sürdürüyorken Savunma Bakanının dahi taarruz takviminden haberi yoktur.)

Yakınlarda vergi toplamak da imkânsızdır.

Maliye Vekiline göre kasada on para kalmamıştır. Milli Savunma Vekili de, böyle bir taarruz için hemen hiç olmazsa altı yüz bin lira lazım olduğunu söylemiştir.

Ödenek sıkıntıları bir yana, üstelik Millet Meclisi’ nde de aykırı sesler yükselmektedir. Çünkü kimileri halihazırdaki savaş donanımı açısından bakıldığında ordunun çok ileriye yürüyeceğine inanmamaktadır.

Ordunun yüksek kademelerinde fısıltılar dolaşır. Nitekim Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa şöyle der:

-Bizim geri teşkilatımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Kemalettin Sami Paşa’ ya döner.

-Bizim geri teşkilatımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz mı?

-Hayır Paşam!

-Demek düşmanı yirmi kilometre içinde yok etmek zorundayız!

Mustafa Kemal’in şu imanına, inancına bakar mısınız.

Ama savaşın Komuta kademesinin belirlenmesinde başka sıkıntılar vardır.

Biliyor musunuz, Büyük Taarruz’ un hemen öncesine dek savaşın kimlerle götürüleceği, Komutanlık üst kademesi henüz belirlenmemiştir.

Anlatalım:

Mesela İkinci Ordu komutanı Ali İhsan Paşa… Cephe komutanına karşı entrikacı davranışlarından ve ordu içinde bölücülük yaptığından dolayı geri alınmıştı; yerine teklif edilen Ali Fuat Paşa ise, ‘’ben cephe komutanlığı yaptım’’ diyerek Komuta kademesinde yer almayı reddeder.

Bu sefer Refet Paşa’ya komutanlık teklif edilir; aralarında şöyle bir konuşma geçer:

-Önemli bir şey mi olacak?

-Evet olacak.

-(Taarruz) Olacağı zaman düşünürüm!

Yani Refet Paşa da Taarruza inanmamaktadır.

Bu lakaytlık üzerine Ordu Kumandanlığı Nureddin Paşa’ya verilir.

Başka bir örnek; sıra 2. Ordu Kumandanlığı’ na gelmiştir.

Burada da Komutanlık tekliflerinin tereddütle karşılandığı bazı tartışmalar yaşanmıştır. Mesela bir komutana 2. Ordu teklif edilir, Paşa henüz cepheye yeni geldiğinden bir fikri olmadığı söyler.

Bir değil iki değil; Kolordular belirlenirken durum limonileşince, Mustafa Kemal ile Fevzi Çakmak aralarında anlaşarak bir oyun eder;

Toplantıda Genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Paşa,

-Madem ki Ordunun bana güveni yok, ben çekiliyorum, diye istifasını verir.

Mustafa Kemal de,

-Genelkurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de komutanlık görevinde kalamayacağını söyler.

Telaşa düşen İsmet Paşa,

-Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa hepimiz emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz, der.

Şimdi Büyük Taarruz öncesinin Komuta Kademesi ve karar aşamasının en önemli dönemecine geldik.

Gazi Mustafa Kemal, Ankara’dan hareket edeceği günün akşamı Keçiören’ de yakın adamları ile bir aradadır; yanındakilere:

-Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci gün İzmir’deyiz demişti. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya; İstanbul-1969; sayfa-309)

Düşünün daha saldırı başlamamış; hatta öncesinde Komuta kademesindeki şekillenmelerde bazı tereddütler var; Meclis bir yandan bastırıyor, İstanbul Hükümeti Ankara yönetiminin itibarını gözden düşürmek için yabancılarla işbirliği içinde; Anadolu’ da fakirlik, salgın hastalıklar yanında isyanlar ve asker kaçaklarıyla uğraşılıyor. İlaç yok, mahsul yok, at-araba yok. Merkezi bütçe sınırlı; askeri malzeme, işte top-tüfektir, tayın, mermi, ilaç yok…

Ve bu durumda bile, hatta savaşın gidişatı konusunda meydanlarda herhangi bir üstünlük mücadelesi henüz netleşmemişken; Mustafa Kemal Atatürk, İzmir’e ‘varış gününü’ veriyor…

Müthiş değil mi!…

Bundan sonradır ki, 26 Ağustos’ta başlayan, ‘Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!’ emri üzerine akıncılar o kadar hızlı saldırıyor ki; asker o kadar cesur, Türk Halkı o kadar bağımsızlık ateşiyle savaşıyor ki; Gazi’ yi haklı çıkarıyor;

Hatta söylediği takvimden bir gün öncesinde Türk Askeri İzmir’e giriyor.

Bir bu sonuca bir de, Büyük Taarruz öncesindeki siyasi, askeri ve hatta ekonomik sıkıntılara bakın; bakın ve sonra Mustafa Kemal Paşa’ nın aziz hatırasını yad edin…

Geldik günümüz 30 Ağustoslarına…

Bu ülkede hâlâ ‘tırı vırı’ diyenlere inat; bu bayram, bayram gibi kutlanmalıdır.

30 Ağustos;

Hangi dünya görüşünden ya da hangi siyasi fikirden olursa-olsun; milli ya da manevi aidiyetimize yönelik, sadakat, onur, güven gibi toplum içinde ortak duygu ve kavramların bizi daha da yakınlaştırması için bir fırsattır.

O yüzden ülkemizin kurucu değerlerine ilişkin güvenimizi ve geleceğimize ilişkin ortak ülkülerimizi yenilemek adına, daha da güçlü bir şekilde Milli Mücadele ve Zafer tadıyla yoğrulan bir tarih inancını şiar edinmeliyiz.

Unutmayalım ki Alparslan’da ki aynı bağımsızlık ruhu, Büyük Taarruz sonunda İzmir’de karşılandığı o gün, Mustafa kemal ‘de de parlamıştı…

İzmirin dağlarında çiçekler açar. 
Altın güneş orda sırmalar saçar.

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar.
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa.

İzmirin dağlarında oturdum kaldım.
Şehit olanları deftere yazdım.

Öksüz yavruları bağrıma bastım.
Kader böyle imiş ey garip ana.
Canım feda olsun güzel vatana.

Osman Özbaş

YORUM YAP