DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Kültür bir milletin karakteridir

Yayınlanma Tarihi : Google News

Örgütlenmiş toplumlar için en önemli değerlerden biri birlikte yaşama sanatı ve hoşgörüdür. Toplumlar bu değerler ve yaşam biçimleri ekseninde hayatlarını ve devamlılıklarını sürdürerek millet olma bilincini oluşturur ki bu millet olma bilincinin ve yaşam biçimlerinin gelişip oluşmasında kültürün önemi çok büyüktür.

R. Linton’a göre “kültür, bir toplumun tüm hayat biçimidir”. C. Wissler “kültür belli bir düşünceler sistemi ya da bütünüdür” tanımını vermektedir. P. Benedict, kültürü, “büyütülerek bilimsel ekrana yansıtılmış bireysel psikoloji” olarak tanımlar. B. Malinowski’e göre ise kültür, “insan gereksinimlerinin karşılanması için doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak çalışan araç ve gereçler ile gelenek görenekler ve bedensel veya düşünceyle ilişkili alışkanlıkların tümüdür. Edward Burnett Tylor’a göre, kültür ya da uygarlık, “bir toplumun üyesi olarak insanın edindiği bilgi, inanç, sanat, yasalar, ahlak, gelenekler, diğer beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütünüdür”

Bu tanımlamalar dönemin Osmanlı aydınlarını da etkilemiştir. Örneğin, “Civilisation” kavramı Batı’nın birçok kavram ve kurumları gibi sözcük hazinemize Reşit Paşa’nın armağanıdır.

Eagleton’a göre, kültür kavramı “XIX. yüzyılda genel bir entelektüel, tinsel ve maddi ilerleme sürecini karşılık gelen “uygarlıkla hemen hemen eşanlamlı hale gelmiştir”

Ziya Gökalp, Cumhuriyet’in resmi ideologlarından biri olarak, kültürü medeniyetten ayırarak işe başlamıştır: “kültür, milli olduğu halde, medeniyet milletlerarasıdır”

Atatürk’ün dışında Gökalp’ın tanımına bir diğer eleştirinin Cemil Meriç’ten geldiğini not düşmeliyiz. Meriç, İbn Haldun’dan hareketle, “umran” kelimesini önererek doğunun kültür-medeniyet ayrımına karşı ortak bir dille bütünselliği görebildiğini anlatmak istemiştir.”

Cumhuriyetin bağımsızlık savaşı sonrası milli kültür politikası yaratma arayışında ulusal, çağdaş, kalkınmacı bir politika sergilenmiştir. Tarih ve Dil Kurumlarından, Halkevlerine ve Köy Enstitülerine varan bir ulusal hamle eğitim politikalarına içkin bir şekilde yeni bir kimlik ve yurttaş yaratma arayışı tüm bunların oluşumunu ve gelişimini sağlamıştır. İkinci dönem, 1950-80 arası çok partili siyasal yaşamın kuruluşu olarak görülmektedir.

Bu dönemde, 1961 Anayasası, kültürel haklardan bahseden ilk anayasa olması açısından önem arz eder, ancak bu konudaki asıl dönüm noktası 1971’de ortaya çıkmıştır. O dönemde Türkiye’de ilk kez bir Kültür Bakanlığı kurulmuş İlk Kültür Bakanı ise Talat Sait Halman olmuştur. Yine bu dönemde, 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı içinde kültür başlığı bağımsız bir bölüm olarak yer almıştır. Son olarak, kültürün piyasa ile ilk temasının ve ilk endüstrileşme işaretlerinin bu dönemde görülmesi kayda değerdir. Üçüncü ve son dönem olan 1980 sonrası küreselleşme döneminde, bir yandan milli kültür, Türk-İslam tezi ile kurulmaya çalışılırken diğer yandan neo-liberal iktisadi süreçler gelişmeye başlamıştır. Kültürel alanın bu gelişmelerden uzak kalması olanaksızdır. 1998’de kültürel alanda AB’ye yaklaşım sempozyumu bir bakıma kültür politikaları için bir ilk resmi metin oluşturulmuştur. Böylece, devlet dışı aktörlerin kültür sahasında görünür olmasının yolu açılmıştır. Bu durum, devletin tekel konumunu terk etmesinin bir işarettir. Başta sponsorluk olmak üzere bu alanda farklı düzenlemeler getirilmiştir. Son olarak, Türkiye’nin 2008’den beri hazırlığını yaptığı Ulusal Kültür Raporu, Avrupa Konseyi tarafından 2013 yılında kabul edilerek ulusal ve uluslararası düzeyde ilk kez kapsamlı bir kültür politikası belirlenmiştir.

Kültür; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dil olmak üzere farklı ögelerden oluşur. Normlar, yaptırımı olan kurallar bütünüdür. Normlar, belli bir durumda insanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda beklentileridir. Değerler ise, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır. Değerler zamanla değişebilir, eskiyen değerlerin yerini yenileri alabilir. Gerçekliğin doğası hakkında ileri sürülen iddialar; yani dünya hakkında paylaşılan fikirlerdir. İnançlar, belli durumlarda ne olması gerektiğini ifade ederler. Sembol, belirli bir durum ya da olayı anlamlandıran şeydir. Semboller bize, anlam ifade etmekten daha çok, anlam yaratma kapasitesi sağlar. Humbolt, diller arasındaki gerçek ayrımın seslerde ve göstergelerde değil, dünya görüşleri arasındaki ayrım olduğunu belirtir. Ona göre, dil bir ürün değil bir etkinliktir; insan zekâsının hiç durmadan yinelediği sesleri, düşünceleri dile getirecek biçimde kullanma işidir.

İnsanlarca üretilen her nesne bir kültür nesnesidir. Kültür nesneleri bağlamında insan, sahip olmayı ve paylaşmayı yaşar. Bu ise gereksinim, bilgi ve insan emeğiyle birlikte gerçekleşir. Yalnızca kültür nesnelerine sahip olma aşamasında kalan insan bencilleşir ve kendisine yabancılaşır. Bir başka deyişle, kendisini sahip olduklarıyla özdeşleştirip nesne düzeyine indirger. Kültürün toplum üzerindeki etkisi, yaşam biçimleri ve yine kültürün öğelerinin evrensel uygarlığa katıldığı ölçüde, elde ettiği kazanımlarla yetkinleşen insan, sahip olmanın ötesine geçerek millet olma aşamasının sürecine katılır. Milletler ise tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak diyalektik bir gelişim ve değişime ayak uydurma mecburiyetindedirler. Bu gelişim ve değişime ayak uyduramayan milletler sürekli kısır döngü içerisinde sorunlarla yüz yüze kalırlar.

İnsan ilişkileri, kişinin gerçek toplumu ve kendisini gerçekleştirebileceği somut bir ortamdır. Böyle bir ortama katılım ve kabul görme değişmeye, gelişmeye ve yetkinleşmeye neden olur. Her kültür içindeki birey, uygarlıkla tanıştıkça diğer kültürlere açılır ve insanlığın ortak uygarlığına katıldıkça da ondan pay alır. Böylece yerel sınırlarını aşarak kendini dünya insanı olarak algılamaya başlar. Bir başka deyişle, uygar insan dünyanın neresinde ve hangi kültürde üretilirse üretilsin, insanlık değerlerine sahip çıkan, bunları benimseyen ve yaşamına katan insandır.

YORUM YAP