DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İHLAL KARARLARI BAĞLAYICIDIR

Yayınlanma Tarihi : Google News

Bu yazı, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un kaleme aldığı, ‘Milli Yargı Yetkisi Devredilemez’ başlıklı yazıda,  “başvuru sahipleri hakkında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararlarının, bağlayıcı olmadığından uygulanmasının gerekmediği; aksinin hiyerarşik bir yapı oluşturacağı, ulusal yargı yetkisinin devri sonucunu doğuracağı ve bağımsızlığını yok edeceğini” ileri sürmesi ve bazı basın yayın organlarında aynı görüşün savunulması karşısında, konunun açıklanıp aydınlatılması amacıyla hazırlanmıştır.

İnsanlık, 20. yüzyılda sonuçları çok ağır ve yıkıcı olan iki dünya savaşı geçirince; insan hak ve özgürlüklerini kendi ülkelerinde gerektiği biçimde sağlayamayan devletlerin kalıcı bir barış ve insanca yaşam için tehlike oluşturduklarını anlayan diğer dünya devletleri, ortak bir irade ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul etmişlerdir. Bu beyannamede özetle, “İnsan haklarının tanınmasının, özgürlüğün, adaletin ve dünya barışının temeli olduğu, üye devletlerin bunu sağlamayı taahhüt ettikleri”  belirtilmiştir.

Birleşmiş Milletlere üye olmakla, Ülkemiz de bu Beyannameyi kabul etmiştir.

Birleşmiş Milletler bünyesinde imzalanan ve Ülkemiz tarafından da kabul edilen Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile bireylere ve devletlere şikâyet hakkı tanınmıştır.

Ülkemizin de üyesi olduğu Avrupa Konseyin bünyesinde akdedilen, ‘Başlangıç Bölümü’nde BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine özellikle atıf yapılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile insan haklarının uluslar üstü düzeyde korunması ve bunun için ortak bir güvencenin oluşturulmasının amaçlandığı ifade olunmuş, daha sonra da  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1808 yılında Senedi İttifak ile başlayan, 1839 Gülhane Hattı Hümayunu, 1856 Islahat Fermanı ve 1876 Kanuni Esası ile devam eden, insan hak ve özgürlüklerinin tanınması süreci; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları ile devam etmiştir. 2004 yılında Anayasamızın 90. maddesinde gerçekleştirilen değişiklikler ile “Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı” kabul edilmiştir. Bu durumda iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen AİHS, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünen bireylerin mağduriyetlerinin giderilmesi adına doğrudan yararlanabilecekleri bir belge niteliğini almıştır.

AİHS’nin, ‘Kararların bağlayıcılığı ve infazı’ başlığını taşıyan 46. maddesi, “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.” hükmünü içermektedir. Sözü geçen bu madde ile Anayasamızın 90. maddesi hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; Anayasası’nda ‘Hukuk Devleti’ olduğu vurgulanan Ülkemizde, AİHM kararlarının uygulanmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Milletlerarası andlaşmaları imzalayarak kurulan mahkemelerin yargı yetkisini kabul etmek, kapitülasyon değildir. Kapitülasyon, bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalıklı haklardır. Tek taraflıdır; baş eğmek ve teslimiyet andlaşması yapmak anlamına gelir. Karşılıklılık esasına dayalı değildir. AİHS ve ilgili belgeleri kabul eden devletler, AİHM’nin kararlarına uymak ve gereğini yerine getirmek durumundadırlar. Bu kabul, ahde vefa ilkesinin de bir sonucudur. Daha üst bir kuvvetin etkisi olmadan, bağımsız bir ülke olma bilinciniz ve kendi hür iradenizle andlaşmaları imzalar ve riayet edeceğinizi taahhüt ederseniz, iç hukukunuzun güvenilirliği açısından sonuçlarına da katlanmanız gerekir.

Ülkemizin imzaladığı Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin, ‘Başlangıç Bölümü’nde ahde vefa kuralının evrensel olduğu belirtilmiş; 26. maddesinde bu ilke vurgulandıktan sonra; 27. maddesinde, “Bir taraf Devlet bir andlaşmayı icra etmeme gerekçesi olarak iç hukukunun hükümlerine başvuramaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Üye devletlerin önerdiği adaylar arasından seçilen, ahlaki nitelikleri ve uzmanlıkları kabul görmüş hâkimlerden oluşan AİHM’nin hukuki yapısı ile taraf devletlerin dışişleri bakanlarından oluşan Bakanlar Komitesi’nin siyasi niteliği birbirine karıştırılmamalıdır. Bu Mahkemenin kararlarını işinize geldiğinde uygulamak, gelmediğinde kimi siyasi değerlendirmelerle hukuki olmayan gerekçeler sıralamak suretiyle uygulamamak; bırakınız yukarıda sözünü ettiğimiz andlaşma ve ilkeleri, hukukun üstünlüğü ile yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının bertaraf edildiğini, başka bir söylemle içselleştiril(e)mediğini göstermektedir.

Tarafı olduğumuz AİHS’nin yargısal makamı olan AİHM’nin kararlarını uygulamamak ya da   tanımamak ve içeriğini sulandırmak, insan hak ve özgürlüklerinin elde edilmesi için verilen mücadelenin tarihsel gelişimini ve bugüne kadar gelinen süreçte harcanan emek, çekilen acı ve ödenen bedelleri hiçe saymak ve görmezden gelmek anlamına geldiği gibi sorumluluğu da gerektirmektedir. AİHM, bir başvuru ile ilgili olarak, “hak ihlali yapılmıştır” diyorsa, bu karara uygun hareket edilmesi zorunludur. Ancak AİHM, yazılan gerekçeyi yeterli görmüyor ya da yapılan yargılamanın adil olmadığına karar veriyorsa, bu durumda ulusal yargının bu eksiklikleri gidermesi ve sonucuna göre yeniden karar vermesi gerekir. AİHM kararlarının uygulanmasında duyarlılık göstermek, hukukun üstünlüğü ilkesinin yanı sıra, hukuka güven duygusunun da tabii sonucudur.

AİHM, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, duvarı geçmeye çalışanların vurulması yönünde emir veren ve bu konuda emirleri uygulayan Doğu Alman eski bakan ve askerlerin yargılanarak mahkum edilmelerine ilişkin kararlara karşı yapılan, “mevzuatı ve üst’ün emrini uyguladık, kanunsuz suç ve ceza olmaz” biçimindeki savunmaları yanında, “AİHS hükümlerinin ihlal edildiği yönündeki” savunmalarını da kabul etmemiştir (AİHM’nin 22 Mart 2001 gün ve 34044/ 96, 35532/ 97 ve 44801/ 98 sayılı Streletz, Kessler ve Krenz v. Almanya kararları).

Unutmayalım; adalet mülkün temelidir.

Sözün özü: AİHM’nin yargılama yetkisini tanımak, ulusal yargı yetkisinin devredildiği ve bağımsızlık ve tarafsızlığın kaybedildiği anlamına gelmez. Aksini ileri sürmek, AİHS sistemi ve hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı gibi uygar dünyadaki yerimizin ve güvenilirliğimizin de sorgulanması sonucunu doğurur.

———-+———-

Güzel Sözler

Hukuk, her şeyin kralıdır. Heredotus

Hukukun bittiği yerde tiranlık başlar. John Locke

Adaletsizliğin en uç noktası, adaletsizliğin adil sayılmasıdır. Eflatun

Eğer adaletsizlik karşısında tarafsız kalıyorsanız, zalimin tarafını seçmişsiniz demektir. Desmond Tutu

YORUM YAP