
Çevremizde çok sayıda Bedavacı dediğimiz tipler vardır, bunlara otlakçılar, beleşçiler, ördek, sülük ve asalak da denilmektedir. Bunlar kurnaz geçinen aptallardır, kazançlarını ve paralarını yiyemeden, fakir gibi yaşarlar ama hayatları boyunca biriktirdikleri servetlerini başkalarına bırakarak bu dünyadan göçüp giderler, parasını yemeyenin parasını ve malını başkaları yer. Bedavacılık kişilik bozukluğudur, ruhsal bir hastalıktır, tedavisi mümkün değildir, bu kişilere göre beleş sirke baldan tatlıdır, ceplerinde akrep vardır. Çalışmadan, emek sarf etmeden ve ter dökmeden başarılı sonuçlar beklerler, unutmayalım ki sadece tavuklar oturdukları yerde yumurtlarlar.
Hz. Musa’ya peygamberlik görevi verilince Beni İsrail Oğulları kendisine inanmışlar, peşine düşerek Mısır’a doğru yola çıkmışlar. Ancak çölde su, yiyecek ve gölge bulamayınca pişman olmuşlar, toplanarak Hz. Musa’ya giderek: ” Ya Musa, bizler sana iman ettik, sen git bize temiz su, yiyecek getir, gölge bir yer bul, gidip istirahat edelim. Sen git düşmanlarınla savaş, kazanırsan arkandayız, seni destekleriz.” Aynı zihniyet gümümüzde de devam ediyor, gençler özel hayatlarında ailesinden, öğrencilik hayatlarında okulda öğretmenlerinden, iş hayatlarında ise işverenlerden fedakarlık bekliyorlar. oysa vermeden almak Allah’a mahsustur.
48 sene önce Kars Ticaret Lisesinde görev yaparken Müdür Yardımcımız Hasan SEZER Bey, bir hatırasını anlatmıştı: ” Köylerinde beleşçiliği ile meşhur komşusu yıllarca sigara içmiş ama bakkaldan parası ile sigara aldığını hiç kimse görmemiş. Kahvehaneye gider, kiminden tütün, kiminden sigara kağıdı, kiminden tütünü sarmasını, kiminden de ateş istermiş. İhtiyarlayınca tütün sağlığına dokunmaya başlamış, bir gün kahvehaneye gelerek: ” Lan yeğenlerim tütünü bırakmaya karar verdim, artık öksürtüyor, hasta ediyor, nefes alamıyorum.” deyince gençlerden biri söze karışıyor: ” Emmi, tütünü bizden, kağıdı bizden, sarması bizden, ateşi de bizden, beleş değil mi? savurttur gitsin. Sana dert değil, bize dert oluyordu.” demiş.
Doğu Karadeniz Bölgesinde görev yaptığım küçük bir ilçede 1.90 m. boyunda, 140 kğ. ağırlığında adam azmanı bir Mal Müdürümüz vardı, beleşçiliği ile meşhurdu, Bir gün Belediye Binasının altındaki kahvehanede çay içerken bir konuşmaya şahit olmuştum. Gencin biri: ” Bizim Mal Müdürü 4 kişilik kebap yedi, üstüne de bir tabak baklava yedi. Hesabı ödemeden çekip gitti.” deyince orada oturan yaşlı bir amca: ” Uşağım, beleş değil mi? O adam 8 kişilik kebap bile yiyebilir.” demişti.
Beleşçiler, sırtımıza sülük gibi yapışırlar, çok tehlikeli ve gurursuz, kişiliği bozuk kişilerdir. Bunları yanımıza yaklaştırırsak daima zararlı çıkarız bizleri enayi ve yolunacak kaz gibi görürler.