DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

BAKÜ-TİFLİS-KARS DEMİRYOLUNUN KAVİMLER TARİHİ

Yayınlanma Tarihi : Google News
BAKÜ-TİFLİS-KARS DEMİRYOLUNUN KAVİMLER TARİHİ

Başlık, tarihi İpek yolu’ nun tekrar canlandırılması ve özellikle Doğu bölgemizin ticaret hayatına etkisi üzerine bir anlam taşıyor.

Yani Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu hattı.

Ukranya Rusya Savaşı, uluslarararası tedarik zincirlerindeki aksamalar bu demiryolunun önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.

İşte biz çok önemli gördüğümüz bu güzergâhın tarihini kavimler üzerinden arka planına değineceğiz… Çünkü bu coğrafya tarih boyunca Türkler için önemli olmuştur.

Öncelikle şunu söyleyelim biz bölgedeki Anadolu-Türk kültür izlerinin incelenmesinde Ural-Altay dil ailesine göre yazıt-gelenek-isimlerin kökenlerinin araştırılmasının önemli buluyoruz.

Bu tür araştırmalarda dil kökenleri önemlidir.

Mesela Kaşgarlı Mahmut sözlüğünde ARAN diye bir kelime vardır; bugün Azerbaycan ve Doğu Anadolu bölgelerinde ve de ayrıca Dede Korkut Oğuznamelerinde, ‘Kışlak-Engin yer’ anlamında söylenilen bir sözcüktür, burada da aynı anlamda kullanılmıştır.

Başka örnekler verelim: Yalınçak, (yalınayak, başı kabak anlamında bir sözcük…) Çertan, (Erzurum’ da köy olarak adı geçer,) Daşir, (Taş ev), Tırel-Trel-Tıral: Bunlar Azeybaycan Türkçesinde de vardır, bizde de zamanında kullanılmış…

Yine,

Dirim (Din) – Tınlığlar (varlıklar), Tumen Tınlığlar (canlı varlıklar) –Bizim alfabemizde ‘hı’ sesi çıkarılmaz, boğaz öncesinde hırıltılarak çıkarılır; aynı şekilde gırtlaktan çıkan kalın ‘k’ sesi de yoktur. Yellakh; yayalak anlamındadır… Khatun (hatun anlamındadır); Sekeli veya Sekili (beyaz at anlamındadır) ve daha pek çok sözcük sayılabilir;

Bunları neden yazıyoruz?

Bu sözcüklerin hepsi SAKA Türklerinin kullandığı kelimelerdir!… Yunanlı Ksenofon, M.Ö dörtyüz yılında ‘yaylarını hazırlama şeklinden bahsettiği’ kavim, Saka’lardır!… Ancak işin bam-teli burada kopuyor:

Bu Ksenofon’ un söyledikleri üzerinden ‘bölgesel’ bir tarih yazanlar olmuştur. Oysa Saka’lar ile Türkmen boylarıyla arasındaki ilişkiyi görmeden böylesine ‘özerk’ bir tarihin oluşturulabileceğine inanmıyoruz. Hem de tam da Bakü- Tiflis-Kars Demiryolu civarında!…

Bugünden yaklaşık 2500 yıl öncesine gideceğiz.

Anlatalım:

M.Ö Beşinci yüzyılda ünlü tarihçi Herodot’un Saka-Sen diye bize aktardığı bir kavim vardır. Nereden nereye, biri Anadolu’ nun Batı kısmında, diğeri ta Hazar’ın doğu kısmında anılan bu toplum nasıl iletişime geçmiş olabilir?..

Ya da Çerkezlerin ‘Adige’ si vardır, Yunan kaynaklarına göre, onlara da ‘hazar denizinin doğusundan’ anlamı verilirmiş.  Aslında Karadeniz’in üst kısmında kalan Azak denizi ile Ural Dağlarının ötesindeki Hazar Denizi’nden gelenleri tam olarak kim-kimdir tanıyamamışlardır; ancak her iki bölge arasında kalan dağlık alandan Sakalar ve Türk boyları aşağıya inerken bunun çok da önemi yoktu.

Peki neden HAZAR’ın aşağısından gelmediler: Çünkü orada bölgede güçlü bir yönetim bulunmaktaydı; Med’ler vardı; yani sonradan Pers adını alacak olan ülke.  Nitekim M.Ö 521 yılında Asurluları ortadan kaldırıp –onlar uzun yıllar Urartularla savaş yaptıklarından güçsüzleşmişlerdi- daha sonraları Anadolu içlerine kadar gelecek hâkimiyetlerini genişlettiler. (Urartu Kitabelerinde ‘Zavaid’ adlı kendilerine komşu bir toplumdan söz ederler ki birçok yazara göre bunlar Zaza Türkleridir.)

(İlginç olan şu ki; bu tarihlerden daha önceleri de Anadolu’nun iç bölgelerine başka Türk boylarının uzandığı söylenir. Konu belki Sümer tarihiyle de ilişkilendirilmeye çalışılsa da konu bizim açımızdan net değildir!)

Bu akınlar sırasında güneye inen Saka’lar henüz etkin değillerdir. Büyük bir ihtimalle Azak denizi çevresinde ‘Kimmerleri’ yurtlarından çıkarıp göçe zorlayan göçebe ve atlı Saka Türkleri, bir yandan bütün Azerbaycan ve Kür Irmağı boylarına, daha sonrada geriden gelen diğer boyların yardımı ile bozkırlarda hâkimiyetlerini genişletirlerken; bu tarafta ise Kafkas geçitlerini aşarken güçlerinin bir kısmını yitirmişlerdir.

Hatta onların yüz yıl kadar Hazar denizi güneyi ile Asuriye’nin doğusundaki dağlık bölgelerde yaşadıklarını düşünebiliriz.

Bizim kendi tezimize göre bu oymaklarda Zaza Türklerinin de yer aldığıdır; tarihte geriye doğru gittiğimizde Afganistan’da, Herat Çayı solundaki ‘Öleng Nesin’ yaylaların kışlaklarından buraya akın etmişlerdir; ancak bu toplulukların Ön-Asya’da görülmesi, Kimmerlerin ve arkasından Kafkasların kuzeyinden gelen Saka (İskit/ Sckyt) görülmesinden sonradır… diğer oymakları da mesela bugünün İran’ında hâlâ görebiliriz; kuzeyde Türkmen Sahra Türkleri vardır; haklarında pek bir bilgi bulamazsınız, internet aramalarında biri pek fazla bilinmez, kültürlerinin muhafaza etmektedirler ve Türk tarihi açısından çok-çok- önemli kültürel bir mirasın sahipleridirler!… –Başka bir ayrıntı verelim, Şah Rıza dönemine kadar İran’da önemli mevkilerde Türk kültürüne sahip ve kavim olarak kendilerini Saka-Oğuz boylarına dayandıran pek çok kişi vardı. Hatta İran’ın eğitimli ve modern ‘sınıfını’ temsil eden harç bu kişiler tarafından yoğrulmuştur, diyebiliriz.-

Peki neden bu boylar içice değildir; başlıca iki nedeni var: bir;

Hun ve Göktürklerde ve diğer Türk Uruğlarında 12 sağ ve 12 sol olmak üzere 24’lü siyasi ve sosyal bir teşkilat sistemi vardır. Bu nedenle yerleşim alanlarında biraz mesafeler olabilir…

İki:

Bu bölgede daha sonra Pers adını alacak Medyalılar onları adeta kilitlemiştir; ancak güçleri onları yenmeye yetmeyince barış yemeğine davet etmişler…

‘Barış yemeği’ adı altında Ümraniye Gölü kenarında sofra hazırlanır; ancak bu düşmanın planladığı bir tuzaktı. O zaman ki Saka Hükümdarı Efrasya/Afrasyap/Alper-Tunga adı verilen Sakaların efsanevî komutanıdır; yemekte Afrasyap’ın adamlarını zehirlerler; hükümdar yalnız kalınca onu da öldürürler. O gün yaşananlar Persler ve Farisiler için bugün kutlanmaya değer bir özellik taşır. (7 Temmuz) Türk kavimleri başsız kalınca bir kısmı İran’ın kuzey ve doğu kısmına yerleşmişler; bir kısmı da Dicle-Hakkari ve Zap suları kesiminde dağlık sahalara tutunup kaldılar. -Zap suları ile Bahktan arasında kalan bu bölgeye, yani Dicle civarına yerleşen Saka’ların İlbeyleri’ nin hâkim boyuna Pakttyka- Paktuk adı verilmiştir. Sonradan Zazaların da –ve Kurmançlarında-buraya geldiğini görüyoruz. Ortaçağ’ daki Süryanice kaynaklarda da bu bölge Türk boyunun adıyla anılmaktadır: Saka’lar!..

Bu kültürlerin mezarlarını incelediğinizde hemen farkına varırsınız, ölüler silahlı ve kıymetli eşyalarıyla birlikte gömülür; ve mezartaşlarında dağ-tekesi; koç-koyun tasvirleri vardır; tıpkı M.Ö. Bininci yıllarda ölen Alp-Yiğitlerin mezartaşlarında olduğu gibi!… -Gidin Balkanlara; Macaristan’daki Osmanlı izlerini takip edin; Toroslar’ a bakın, aynı geleneklerin zamanında burada da yaşadıklarını görürsünüz!…-

Persler daha sonraları bu kavimleri savaşçı birlikler olarak kullanmışlardır.

Herodot, MÖ. 480 yıllarında Boğazları geçerek Yunanistan topraklarına giren İran ordularını anlatır… – Yazının ilk kısımlarında Ksenofon’dan söz etmiştik; şimdi de yine onun devletinden çıkan Herodot’ un söylediklerine kulak veriyoruz.-

Bu tarihlerde Persler, kendi tarihlerinde Dara Devri olarak anılan büyük bir devlet kurmuşlardır; sınırları, Karadeniz-Kafkasya-Türkistan-Hint Denizi-Arabistan’a, Akdeniz’e kadar uzanır… (MÖ.521- MÖ.485) İşte bu devlet içinde Perslerle ‘müttefik’ savaşçı kavimlerden söz eder Herodot; giyimi kuşamı ve özellikle ok atması, at biniciliklerini över. Bu Atlı Uruğları anlatırken, onların, Aras Irmağı güneyinde ve –burası önemli- Tebriz şehri kuzeyinden geldiklerini ve yerleşimlerinin Paktia adıyla anıldığını söyler.

Yani tarihte Türkmen boylarının uzandığı yerler!…

Yine bu bölgelerden –kuraklık ve…- Moğol saldırıları nedeniyle Türk kavimlerinin gelişi ileride daha da hızlanacaktır.  Orta-Asya’dan akınlar arttıkça, rüzgârın buğday başaklarını eğmesi gibi bir diğerini tetikleyerek Batıya göçler artar.

– Mesela bir Mevlâna, doğumu Belh’ tir; ta oradan Kabe’yi ziyaret ve Şam üzerinden Anadolu’ya geçmesi, örnek verilebilir…- Bu alanda Asya’dan getirilen estetik-bilim anlayışı ile; Fars medeniyeti arasında bocalamalar görülür; öte yandan Orta-Doğu’ da başlayan mezhepler kavgası ile siyaseten Araplaştırma’ geleneklerine bağlı devlet baskısı kendini ağırlıklı olarak hissettirmektedir.

Bu yüzyılda Türkler uzun yılların göç yorgunluklarını üzerlerinden atmaya çalışırken ve Bizans içlerine daha önceleri genişlemiş olan yer –yer Türk Uruğlarının karşılaşmaları ile Mavera-ün Nehir civarında toplanmalar yaşanır; bu süreç  Türklerin kendi kültürel ve medeniyet kurumlarını Beylik yapılanmalarına dönüştürme ihtiyacını doğuracaktır. Organizasyon yapılarında da göçerlik kuralları, ortak iş-görme, kazancı bölüşme, mera sahibi olma ve güvenlik önlemlerinden gelen halkla içice yaşam müesseseleri ve savaşçı yapılarıyla kendi saltanatını hâkim kurma çabası pekişecektir.

Daha sonra tarihin kader yolunun bu kavşağında Türkler, Alparslanları, Nizâmülmülkleri, Selahattin Eyyübileri  çıkaracaktır!…

Osman Özbaş

YORUM YAP