Aile mahkemesi hâkimi olan Mustafa, ertesi günün dosyalarını inceliyordu. Bir dosya dikkatini çekti. Davacısı 17 yaşında bir bayandı ve kendisiyle aynı yaşta olan eşinden boşanmak istiyordu. Dava dilekçesini okudu, nüfus kayıtlarını inceledi. 10 ay önce hâkim izni ile evlenmişlerdi ve çocukları yoktu. Davacı, somut bir olay göstermeksizin eşi ile geçinemediğini, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını belirtiyor; davalı da cevap dilekçesinde, aralarında geçimsizlik olduğunu kabul ediyordu. Tanıklarını duruşmada hazır edeceklerini bildiren taraflar, karşılıklı olarak birbirlerinden tazminat ve nafaka istemiyorlardı.
Dava, Hâkim Mustafa için çok kolaydı. Benzerlerine her gün bakıyor ve sonuçlandırıyordu. Vekilleri olan ve boşanmak için anlaşan taraflar, evlilikleri bir yılı doldurmadığından tanık gösteriyorlardı. Davanın tek özelliği, davacının ve davalının yaşlarının küçük olmasıydı.
* * *
Ertesi gün bu dosyanın sırası geldiğinde, mübaşir tarafları çağırınca, salona kalabalık bir grup girdi. Taraflar ve vekilleri yerlerini aldılar. Davacı ve davalı çocuktu. Her ikisinin de vekilleri ve aileleri yanındaydı. Dava ve cevap dilekçelerinin okunmasından sonra; Hâkim Mustafa, davacıya neden boşanmak istediğini sorunca; davacı, önüne bakarak cevap vermemiş, sorunun tekrarı üzerine de “geçinemediklerini” söylemekle yetinmiş; davalı da konuşmamış, sadece “anlaşamıyoruz efendim” demiş; tarafların hazır ettiği tanıklar da ifadelerinde, somut bir olay zikretmeksizin “davacı ve davalının geçinemediğini” beyan etmişlerdi. Bu arada bakışlarından kinlendiği anlaşılan davalının annesi, birkaç kez gelinini suçlayıcı beyanlarda bulunmuş; Hâkim Mustafa’nın uyarısı üzerine de konuşmasını kesmişti.
Hâkim Mustafa, davanın gelinen aşamasında tatmin olmamıştı. Boşanmanın bir nedeni olmalıydı. İçinden, “Çocukları evlendirirseniz sonu işte böyle olur!” diye geçirmiş, aklına töre cinayetleri gelince, “Yine de iyi, hiç olmazsa birbirlerini öldürmüyor, boşanmak istiyorlar!” diye düşünmüştü. Ancak bu davanın açılmasına neden olan etkenleri anlamalıydı. Hareketlerinden bir şeyler söylemek istediğini sezdiği davacıya, “Kızım, böyle olmaz, 10 ay önce evlenmişsiniz; neden boşanmak istiyorsunuz?” diye sorunca, önce annesine bakan davacı, onun başıyla onaylaması üzerine, “Hâkim amca,” diyerek söze başlamış, ancak çevresinden gelen gülümsemeler üzerine, yaptığı gafı anlayıp susunca; söze giren Hâkim Mustafa, “Lütfen mahkemenin mehabetini bozmayın.” demek suretiyle gürültüyü kestikten sonra, “Konuş kızım!” demişti.
Davacı, “Hâkim Bey, kayınvalidemle markete gitmiştik. Önden giden kayınvalidemi elimde market sepetiyle takip ediyordum. Bir rafta çeşitli çikolatalar gördüm. İçim çekti. ‘Bir çikolata alabilir miyim?’ dedim. ‘Hayır’ dedi. Canım çok istemişti. ‘Ne olur bir tane alayım!’ diye ısrar ettim. ‘Olmaz, sen çocuk değilsin.’ cevabını verdi. ‘Ben almak istiyorum!’ diyerek raftan bir çikolata aldım, sepete koydum. Çıkarıp rafa koydu. Çok üzüldüm. Ağlamak istedim. Kızacağından korktuğumdan ağlayamadım. Eve gelince, odama çekildim, doyasıya ağladım. Akşam beni, işten gelen kocama şikâyet etti. Kocam da, kayınvalideme hak verip bana kızınca, çok üzüldüm. Zaten eşim, hep annesinden yana oluyor!” demiş ve susmuştu. Bu arada kayınvalidesi arkadan, “Şuna bak, bana anne demiyor!” diye lafa karışıyor; Hâkim Mustafa, sert bakınca susuyor; sonra kendini tutamayarak, “Terbiyesiz, utanmaz!” diye sataşmaya devam ediyordu.
Tarafları izleyen Hâkim Mustafa, dalmış, çocukluk günlerindeki yaşanmışlıklarını anımsamıştı. Fakir bir ailenin çocuğuydu. Canı çikolata ister, ancak harçlığı yetmediğinden alamazdı. Evlerine de çikolata çok ender girerdi. Mahallerinde Nusret teyze dedikleri bir komşuları vardı. Adının, Çanakkale Savaşlarında İngiliz savaş gemilerini batıran Nusret Mayın Gemisinden alındığı söylenirdi. Hâli vakti yerindeydi ve görgülü bir kadındı. Çocukluğunda komşu ziyaretleri olur; Nusret teyze de gelen misafirlerine çikolata ikram ederdi. Annesi ve babaannesi, komşu ziyaretlerine gitmek istediklerinde o hemen, “Nusret teyzeye gidelim!” diye atılırdı. Tabii amacı, ziyaretten ziyade ikram edilecek çikolatayı almaktı. Nusret teyze bazen, “Mustafa, bir tane daha al!” derse, annesinin yüzüne bakar, izin verirse alırdı. Çünkü annesi, iki çikolata almayı görgüsüzlük sayar, her zaman “İkramlardan bir tane alın!” der; fazla alınınca da kızardı. Babaannesi, kendisine ikram edilen çikolatayı yemez, eve döndüklerinde annesinin haberi olmadan ona verince, sevinci daha da artardı. Rahmetli olan annesi, babaannesi ve Nusret teyze anılmak istemişlerdi. Hepsi de iyi ve hoş insanlardı.
Mahkeme salonunda gürültü artmıştı. Sataşmalara dayanamayan davacı cevap verince, kayınvalidesiyle aralarında ağız dalaşı başlamış; kızının aşağılanmasına dayanamayan davacının annesi de karışınca tartışma büyümüş; sonunda Hâkim Mustafa, “Yeter konuşmayın!” diyerek tarafları susturmuş ve sükûneti sağlamıştı. Nedense gelinler, kayınvalideler ve dünürler, ilişkilerinin sosyal niteliği gereği, hep tartışırlardı!
Söz sırası davalıya gelmişti. Ancak davalı sesini çıkarmıyor, onun yerine ağzının içine baktığı annesi konuşuyordu. Sonuçta davalı da bir çocuktu ve tek başına karar verecek yaşta değildi. Ailesiyle oturuyor ve babasının yanında çalışıyordu. Geçimsizlik açığa çıkmış, evlilik birliği onarılamayacak biçimde sarsılmıştı. Davacı, sanki kocasının ailesiyle evlenmiş gibiydi.
Sorduğu sorulardan, tarafların anlaşarak değil, ailelerinin isteği üzerine görücü usulüyle evlendiklerini öğrenen Hâkim Mustafa, davacının ve davalının karşılıklı olarak birbirlerinden bir şey istemediklerine ilişkin beyanlarını tutanağa yazıp imzalarını aldıktan, asiller ve vekillerinin de son diyeceklerini yazdırdıktan sonra boşanma kararını verince; taraflar ve aileleri, atışmalarını sürdürerek mahkeme salonunu terk etmişlerdi.
Demek ki çikolata önemliydi ve bu dava ile mahkemeye taşınmış; sonunda da çikolata kavgası, boşanmaya kadar gitmişti.
* * *
Mahkeme salonu boşalınca Hâkim Mustafa, duruşmaya beş dakika ara verdi ve düşündü.
Davacı, çocuk gelinlerden biriydi; evlenmiş, gelin olmuştu ama sonuçta bir çocuktu. Bir çocuk gibi davranıp, annesi yerine koyduğu kayınvalidesinden çikolata istemişti. Ancak, çikolata istediği annesi değil kayınvalidesiydi ve maalesef gelininin isteğine anlayışla yaklaşmamıştı! Belki o da geçmişte aynı nedenle örselenmişti. Davacı, kendisini çocuk sanıyordu, bu doğruydu; fakat farkında olmasa da çevresi artık onu çocuk saymıyordu. Ortada bir ikilem vardı ve ondan kendisine yüklenen rolü oynaması isteniyordu. O, toplumumuzda çok rastladığımız binlerce bahtsızdan biriydi ve küçük yaşta ailesinin zoruyla evlenmek zorunda kalmıştı. Davalının durumu da ondan farklı değildi. O da nihayetinde bir çocuktu ve ailesinin dediklerinden dışarı çıkamadığından, eşinin haklarını koruyamamıştı.
———-+———-
Not : Konu, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Eski Üyesi Mustafa Ateş’den alınmış ve birlikte öyküleştirilmiştir.
Güzel Sözler
Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu hiç aramamak demektir. Mevlana
Her insan meyvesi ile tanınır. Martin Luther King
İnsanlar tecrübeleri oranında değil, tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgunlaşırlar. Bernard Shaw
En büyük mutluluk, hür düşünceli olmaktır. Anatole France