DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

(HİKÂYE) MAZİDE KALAN AŞK

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
(HİKÂYE) MAZİDE KALAN AŞK

Onlar, 1971 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıt olmuşlardı. Okulun açıldığı gün, yeni öğrenci olmanın şaşkınlığı içinde tanışmış, aynı sıralarda oturmuş, birlikte teneffüse çıkmışlardı. Gönül, Kayserili; Erol Balıkesirliydi..

Erol, isteyerek; Gönül ise, puanı tıp fakültelerine girmeye yetmediğinden, Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırmıştı. İlk günlerin heyecanı içinde derslere giriyor, not tutuyor, birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı.

Bir-iki ay sonra Gönül, “Hukuk öğrenimi bana göre değil, dersleri dinleyemiyorum. Ben fen kolu mezunuyum. Hep doktor olmayı hayal ettim. Gelecek yıl yine sınava gireceğim.” demeye ve okula gelmemeye başlamış; bir dershaneye yazılmıştı. Erol’un, onu fikrinden caydırma çabaları sonuç vermemişti.

Görüşmeleri azalmıştı. Gönül, çok ender okula geliyor, fazla kalmıyor, Erol’dan notları alıyor, daha sonra geri getiriyordu. Aile yapısı tutucu ve kontrollüydü. Yanında kaldığı anneannesinden çekiniyor, belirli saatte evde olmak istiyordu.

İletişimleri çok sınırlıydı. O yıllarda telefon teknolojisi gelişmemişti ve sadece sabit telefonlar vardı. Gönül’ün anneannesinin evinde telefon yoktu. Genel telefonlardan Erol’un kaldığı yurdu ararsa, görüşebiliyorlardı.

Gönül’ün babasının, Kayseri’de ortağı olduğu mobilya fabrikası vardı. Maddi durumları iyiydi ve evin tek çocuğuydu.

Aralarındaki ilişki çok masumdu. Birbirlerine ufak ve kaçamak bakışlar atıyorlar; temas etmeden oturuyor, yürüyor; Erol’un ısrarıyla kantinde çay içiyor, ender olarak da yemek yiyorlardı. Konuştukları dereden tepeden şeylerdi. Bir kez de o yılların gişe rekorları kıran Arthur Hiller’in yönetmeliğini yaptığı, Aşk Hikâyesi (Love Story) filmine gitmişlerdi. Romantik-dram türünde olan filmi seyrederlerken, belli etmese de Erol’un gözleri yaşarmış; Gönül ise devamlı ağlamıştı.

Yıl sonu sınavlarında Erol başarılı olmuş, ikinci sınıfa geçmiş; Gönül ise, başarılı olamamıştı. Yaz ortalarında açıklanan üniversite giriş sınavı sonuçlarına göre de, puanı tıp fakültelerine girmeye yine yetmemişti.

Erol, ikinci sınıfa giderken; Gönül, birinci sınıfa devam etmiş, hukuk öğrenimini bir türlü benimsemediğinden, yine dershaneye giderek üniversite sınavına hazırlanmış, tıp fakültesini bu kez de kazanamamış; Hukuk Fakültesinde girdiği yıl sonu ve bütünleme sınavlarını da verememişti.

Bu yıl da arkadaşlıkları devam etmişti. Gönül, fırsat yaratarak Erol’u görmek için zaman zaman Hukuk Fakültesine gelmiş; kısa süre kalmış, sonra ya dershaneye gitmiş ya da evine dönmüştü.

*          *          *

Erol, üçüncü sınıfa giderken, Gönül okula gelmiyordu. Müşterek arkadaşlarından da onun  hakkında bilgi alamıyordu.

Günlük tutan Erol’un unutamadığı bir tarih olan 1973 yılı Aralık ayının 26’sında Gönül okula gelmiş ve onu bulmuştu. Çok durgun ve mahzundu. Elinde kırmızı bir gül vardı. “Veda etmeye geldim!” deyince; Erol, çok şaşırmıştı. Sormasını beklemeden Gönül kısaca, “Evleniyorum!” demiş ve susmuştu. Şaşıran ve hiddetlenen Erol sesini yükselterek, “Evleniyor musun? Ne diyorsun sen?” diye sorunca, suskunluğunu sona erdiren Gönül, “Ailem, ‘babamın ortağının oğlu ile evlenmemi’ istiyor. Bu şekilde işlerin daha iyi olacağını düşünüyorlar!” demiş; Erol’un, “Kabul ettin mi?” sorusuna; “Ailemin geleceği için kabul ettim. Mecbur kaldım!” dedikten sonra yine susmuştu.

Uzunca süre sessiz kalan Erol, “Sana olan duygularımı biliyorsun. Hemen nişanlanabiliriz. İstersen evlenebiliriz de!” deyince; Gönül, “Aramızda birbirimize karşı olan hislerimizi hiç konuşmadık ama ben de sana karşı duyarsız değilim. Ancak bu aşk başlamadan bitecek!” diyerek ayağa kalkmış ve hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Arkasından yetişen Erol’un ısrarla, “Dursana konuşalım, her sorunun bir çaresi vardır!” demelerine aldırmamış; çevirdiği bir taksiye binerek, “Beni sakın arama!” demiş ve ağlayarak uzaklaşmıştı. Geriye dönen Erol, oturdukları masada kalan kırmızı gülü görünce, kurutarak saklamak için alıp kaldığı yurda dönmüş ve günlüğüne, 26 Aralık 1973 tarihini atarak, “Gönül gitti. Çok kararlıydı. Onu nasıl unutacağım. Çok zor…” diye yazmıştı.

*          *          *

Erol, bir daha Gönül’den haber alamamış, sadece Kayserili bir arkadaşından Gönül’ün, babasının ortağının oğlu ile evlendiğini, işi eşinin yürüttüğünü duymuştu.

Yıllar yılları kovalamış, Erol, okulunu bitirip Cumhuriyet savcısı olmuş, mesleğe başladıktan oniki yıl sonra Kayseri’ye atanmıştı. Orada iki yıldır görev yapıyordu. Aklında hep  Gönül vardı. Onu bir kez olsun görmeyi çok istiyordu. Gönül’ün eşinin genel müdürlüğünü yaptığı aile şirketine ait mobilya fabrikasının yerini öğrenmişti. Ülke çapında ve ihracata yönelik çalışan büyük bir işyeriydi. Kocası, seçildiği Kayseri Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı görevini de yürütüyordu.

Yakın görüştüğü bir doktor arkadaşının ısrarı üzerine gittiği 14 Mart Tıp Bayramı Kokteylinde birden Gönül’ü görünce nutku tutulmuştu. Şaşkınlığı geçip toparlanınca, kendisine doğru gelen Gönül’e gülümsemiş, uzattığı elini sıkmıştı. Gönül, “Erol, sensin değil mi?” deyince; “Benim Gönül, merhaba!” cevabını vermiş ve ayaküstü konuşmaya başlamışlardı. Gönül, bu sırada yanlarına gelen eşine dönerek, “Erol, benim okul arkadaşım, burada savcıymış!” demiş, sonra Erol’a bakarak,  Eşim, Korkut.” diyerek tanıştırmış; bir-iki dakikalık hâl hatır sormayı takiben  Korkut, “Gönül, Tıp Fakültesi Dekanı ve eşi geldiler. Seni tanıştırayım. Erol Bey, kusuru bakma, yine görüşürüz.” demiş ve Gönül’le birlikte uzaklaşmışlardı.

Yalnız kalan Erol, içinin sıkıldığını hissetmiş, biraz hava almak için bahçeye çıkmıştı. Sessizce bir köşede durup çiçeklere bakarak şarabını yudumlarken arkasından Gönül’ün, “Erol, seni gördüğüme çok sevindim. Ne kadar zamandır buradasın? Niye aramadın?” demesi üzerine;  “Rahatsız etmek istemedim!” demiş ve konuşmalarının arkası gelmemişti. Sessizliği bozan Gönül, “Erol, evlendin değil mi?” diye sorunca; “Hayır, evlenmedim!” cevabı üzerine, biraz tedirgin olmuştu. Bu kez Erol, “Mutlu musun Gönül, kaç çocuğunuz var?” sorusunu yöneltince; Gönül, “Mutlu bir evliliğim; 10 yaşında bir oğlum, 8 yaşında bir kızım var.” demiş ve yine susmuşlardı. Birbirlerinin yüzüne bakamıyorlardı. Gönül, kalbinin ve aklının sesini sorguluyor; Erol, maziye dalmış düşünüyordu. Yanlarına gelen Erol’un doktor arkadaşı, “Erol, ödül verme töreni başlıyor. Biliyorsun bana da meslekte 25 inci yıl ödülü verecekler. Haydi gelin!” deyince, düşüncelerinden sıyrılarak içeriye girmişler; o gece başka görüşmeleri de olmamıştı.

*          *          *

Aradan üç ay geçmişti. Bir gün Erol, Adliyedeki odasında çalışırken kapısının çalındığını duyup bakınca, içeriye Gönül’ün girdiğini gördü. Buyur etti. Gönül, bir arkadaşının boşanma davası için tanıklık yaptığını, gelmişken uğradığını söyledi. Erol, çay ısmarladıktan sonra Gönül, “Erol, sana karşı haksızlık yaptım. Beklentilerini boşa çıkardım, umutlarını kırdım. Evlendiğini sanıyordum. Bana kızmıyorsun değil mi?” diye konuya girince; Erol, “Diyecek bir şeyim yok, niye evlenmedim ben de bilmiyorum. Senin dönmeyeceğini biliyordum!” dedi ve sustu. Gönül, “Erol, seni gerçekten sevmiştim. Birbirimize duygularımızı açmamıştık ama gözlerimiz her şeyi söylüyordu. Ancak mecburdum. Şirketin devamı gerekiyordu. Evlendikten iki sene sonra babam, daha sonra da kayınpederim öldü. Şirketin başına Korkut geçti. Bu Şirketi ailelerimiz çok zor kurmuştu. Yüzlerce çalışanımız var. Ailelerimizin geleceği buna bağlıydı.” diye konuşmasını sürdürüp, “Erol, son görüşmemizi hatırlıyor musun? Elimde kırmızı bir gül vardı. Onu masada unutmadım, bilinçli olarak bıraktım.” deyince; çekmecesini açan Erol günlüğünü çıkarıp içindeki gülü Gönül’e göstererek, “O gülü hep sakladım. O son gün, gözümün önünden hiç gitmedi, aklımdan da çıkmadı. O günü, her gün tekrar tekrar yaşadım.” dedi. Artık sözün bittiği andı. Gözleri dolan Gönül, “Affet beni Erol, ne olursun evlen ve beni unut. Gülümü alabilir miyim? Bir daha görüşeceğimizi sanmıyorum.” diyerek ayağa kalktı, Erol’un sesini çıkarmadığını görünce de gülünü alıp, gitti.

Gül, sahibine geri dönmüştü. Odasının kapısını arkadan kilitleyen Erol, geçmişle gelecek arasında bocalıyordu. Yıllar akıp gitmişti. Geçmişin hayallerine dalıp, “Mazi kalbimde bir yara. Kanayan, bir türlü kabuk bağlamayan bir yara.” diye söylendi. Sonra geleceğini düşündü. Yaşı, kırka yaklaşmıştı. Kararını verdi. Bu yıl tayin isteyecek, gittiği yerde evlenecek; Gönül’le olan ilişkilerini de güzel bir anı olarak saklayacaktı.

Günlüğüne de, 14 Haziran 1990 tarihini yazdıktan sonra, “Geçmişi geri döndürmek mümkün değil. Aynı nehirde iki kere yıkanılmıyor. Giden gidiyor, ancak yaşam devam ediyor…”  notlarını düştü.

———-+———-

Güzel Sözler :

Acı veriyorsa geçmiş, geçmemiş demektir. Murathan Mungan

Geçmişini değiştiremezsin ama gelecek hâlâ elinin içindedir. H. White

Geçmiş geçmiştir ama gelecek bizimdir. F. W. Robertson

Ömrün dokunulmaz külüdür, hatıralar. Cemal Yeşil

YORUM YAP