2009 yılı sonu ve 2010 yılı başlarında Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında yapılan, kamuoyunda ‘Kozmik Oda Araması’ olarak bilinen operasyon; Emekli Albay Erkan Yılmaz Büyükköprülü’nün, ‘Kozmik Albay’ kitabı ile tekrar gündeme geldi. O günlerde Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyesi olarak görev yaptığımdan, bildiklerimi ve yaşananları paylaşmak istiyorum.
Evrak sızdırdığından şüphelenilen bir albayı takip etmekle görevlendirilen iki subayın gözaltına alınmasıyla başlayan ‘Kozmik Oda Araması’ neydi?
‘Kozmik Oda’, Ülkemizin savunması açısından son derece önem taşıyan ve gizli tutulması gereken bilgi, belge ve planların saklandığı yerdir.
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast yapılacağı ihbarı üzerine takiple başlayan, sonrasında da Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında arama kararı alınan, önce savcılarca (bu kişileri Cumhuriyet savcısı saymadığımdan, başlarına özellikle bu sözcüğü eklemiyorum) yapılmak istenilen arama, karşı çıkılması üzerine bir hâkim tarafından gerçekleştirilmiştir. Daha önceden hazırlanan belli sözcüklerin bilgisayarlara girilmesiyle yapılan taramalar sonunda imajları alınan ve bina dışına çıkartılmadan başka bir odada saklanan belgeler, Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanlığı döneminde Başsavcılığa, sonrasında da seçilen FETÖ’cülerin kontrolündeki TÜBİTAK’ta çalışan bilirkişilere teslim edilmiştir.
2009 ve sonraki yıllarda yargıyı kullanarak toplumsal yapıyı değiştirip yeniden şekillendirerek arzuladığı Anayasa değişikliklerini gerçekleştirmek isteyen FETÖ’cüler ve o tarihlerde onlarla ortaklık kurup birlikte hareket eden siyasi iktidar, basın üzerinden yürüttükleri asimetrik ve psikolojik harekât ile Türk Silahlı Kuvvetlerini ve yargıyı hedef almış; bu kapsamda, ‘Kozmik Oda Araması ve Soruşturması’ gerçekleştirilmiştir.
Amaç, Bülent Arınç’a suikast iddiasının kanıtlarını bulmak değil, toplum nezdinde Silahlı Kuvvetlerin saygınlığını ve güvenirliğini azaltmaktı. Bu amaçla CMK’nin 125. maddesi açıkça ihlal edilmiş, alınan kararla 25 Aralık 2009 tarihinde başlatılan arama yaklaşık iki ay sürdürülmüştür.
Kanuna aykırılığı çok açık olan bu hukuk ihlaline karşı, kamuoyunca duyarlılık gösterilip güçlü bir itiraz gelmemesi üzerine, konuyu 28-29 Aralık 2009 tarihlerinde HSYK’nin Yargıtay ve Danıştay’dan gelen hâkim üyeleri olarak aramızda müzakere etmiş; Kurul Başkanvekilimiz Kadir Özbek, Genelkurmay Adli Müşaviri ile görüşerek yapılan hukuksuzluğu aktarmış, sonuç alamadığımızdan ertesi gün açıklama yapmaya karar vermiştik.
Genelkurmay ve dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da aramaya karşı çıkmıyordu. İlker Başbuğ yıllar sonra yazdığı kitap ve yaptığı söyleşilerde, ‘Kozmik Oda’nın aranmasını, “Başbakanın istediğini” belirttikten sonra, “bugün olsa yine açardım” diyerek savunmuş ve kendisini haklı çıkarmaya çalışmıştır.
Bu süreçte yaptığımız görüşmelerde, Kadir Özbek ve benim dışında kalan arkadaşlarımız, yargıyı ilgilendiren bu konuda Kurul olarak açıklama yapmamızın doğru olmadığını söylediler. Daha sonra Kadir Özbek, “Kurul’un bölündüğü izlenimini vermeyelim.” deyince, açıklamayı benim imzamla yaptık. Çünkü ortada, benzeri daha önce görülmeyen asimetrik ve sofistike (yanıltıcı, karmaşık), hukuku çok iyi kullanan bir örgüt vardı ve kamuoyunun aydınlatılması gerekiyordu. 30 Aralık 2009 tarihinde yaptığım ‘Basın Açıklaması’ ile “CMK’nin 125. maddesi uyarınca, Devlet sırrı niteliğindeki belgelerin, hâkim veya mahkeme heyeti tarafından soruşturma aşamasında değil, kovuşturma sırasında incelenebileceğini” belirterek kanunsuzluğu vurguladığımda, Fetullah cemaati ve o tarihlerde onlarla birlikte hareket eden siyasi iktidarın görüşleri paralelindeki basın ve yayın organlarının günlerce süren yoğun tepkilerine maruz kalmış; aşağılanmış, itibarsızlaştırılmış ve hedef gösterilmiştim. Bu saldırılar daha sonra da devam etmiştir.
‘Kozmik Oda’nın aranmasının vahim sonuçları olmuştur. Kamuoyunda, TSK’nin en gizli olduğu bilinen yerine, namahremine girilebiliyorsa, demek ki bir şeyler var izlenim ve şüphesi doğmuş; FETÖ’cülerin gücü artmış; silahlı kuvvetlere olan güven azalmış, ast rütbelilerden başlayan soruşturma ve tutuklamalar üst rütbelilere, paşalara ve Genelkurmay Başkanına kadar uzanmış; sonunda da 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa değişiklikleri gerçekleştirilmiştir.
Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpas soruşturma ve davaları ile Milletimizin göz bebeği Milli Ordumuzun binlerce yurtsever subay ve astsubayı küstürülmüş, ihraç edilmiş, emekli olmuş veya olmak zorunda bırakılmış, yüzlercesi tutuklanmış, bazıları hapishanelerde ölmüş; görev, FETÖ’cü niteliksiz ve milli olmayan subaylara bırakılmış; gizli bilgi, belge ve planlar düşman eline geçtiğinden, değiştirilmek zorunda kalınmıştır. Daha sonra Milletimiz 15 Temmuz 2016 hain darbe kalkışmasını yaşamış, arkasından da otoriter-totaliter yanı belirgin biçimde ağır basan ‘Olağanüstü Hâl’ ilan olunmuş, özgürlükler kısıtlanmış; Ülkemiz KHK’lerle yönetilir hâle gelmiştir. FETÖ’cülerle birlikte, fırsat bu fırsat denilerek muhalif görüşte binlerce insanımız tasfiye edilmiş; yargı FETÖ’cülerin sultasından kurtarılırken, bir başka vesayetin altına alınmış, büyük mağduriyetler yaratılmıştır.
Peki bunlardan İlker Başbuğ sorumlu değil midir? Bana göre sorumludur; olayın vahametini görememiştir. Diğer sorumlular da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile daha sonra, “… Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş, güçlü medya desteğiyle teçhiz edilmiş bir yapının, Türkiye’yi ele geçirmek için yürüttüğü bir kumpasa, bir darbe teşebbüsüne hep birlikte maruz kaldık. … Her şeye rağmen, bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de Milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de Milletim de bizi affetsin…” diyen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer siyasi yetkililerdir.
Zaman bizi haklı çıkarmış, geç de olsa soruşturmaları yapan savcı ve kararları veren hâkimlerden bazıları ihraç edilmiş, haklarında açılan davalardan mahkûm olmuşlardır.
Temennimiz, geçmişteki günlerin tekrar yaşanmaması, ordumuzun eski gücüne kavuşması, yargımızın bağımsız ve tarafsız olması, yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi, sorumlularının da ayrım gözetilmeksizin üzerine gidilmesidir.
Sözün özü: Üst konumda olanlar ve Ülke yönetimini elinde bulunduran siyasi erk sahipleri, öngörülü olmalı, sorumluluklarını bilmeli ve “yanıltıldım, aldatıldım” diyebilme zafiyetine düşmemelidir. Zira, buna hakları yoktur…
———+———
Güzel Sözler
Özü doğru olanın, sözü de doğru olur. Hz. Ali
Vizyon, görülemez olan şeyleri görebilme sanatıdır. Jonathan Swift
Liderlik sanatının temelinde “hayır” diyebilmek vardır. “Evet” demek çok kolay bir iştir. Tony Blair
Adaletsizliğin en büyüğü; adil olmayıp, adil gibi görünmektir. Platon