DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

MECZUPLARIMIZ BİLE GÜZELDİ BE KARDEŞİM!..

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
MECZUPLARIMIZ BİLE GÜZELDİ BE KARDEŞİM!..

Modern zamanların delileri pek ‘deli’ gibi değiller, hatta hareketleri pek bir normalmiş gibi geliyor bize; bazıları içimizde dolaşıyorlar ve bilgiçlikleri ya da düşüncelerini çarpıtarak ilişkilerini yönlendiren duygularının ardında büyük bir utancı saklıyorlar gibi geliyor sanki,

Kendilerini!…

Benim delilerim ise ‘hal dilini’ miskinliğe dönüştüren zararsızlardı; insancıllıklarıyla öne çıkarlardı. Bu nedenle mahcup hallerini mazlum sıfatına daha çok yakıştırırdım. Zaten bizim çevremizde delilerin bir adı da Garip’ti. Mahallelerimizde, çarşıda serbestçe dolaşırlardı.

En eski Gariplerimden birisi çok zekiydi; hikayesini anlatanlar, ‘daha örtaokulda öğretmenlerinin ders verirken bazı hatalarını yüzlerine vurmaktan çekinmezdi,’ derlerdi. Ben onu son dönemlerinde tanıdım; hesabı kafasından yapardı, çabuk okuma, okuduğunu anlama hızı konusunda müthişmiş. Sanırım matematik ağırlıklı bir yüksek okula da gitmiş; ardından aşk ateşi sarmış ve divaneye dönmüş. Manisa’ da yıllar yılı eski pardösüsüyle dolaştı durdu sokaklarda. Beni de tanırdı, hal hatır sorardık birbirimize; dışarıdan konuşmamıza tanık olanlar ‘bu adam deli’ diye düşünmezdi; belki ‘berduş’…

Aslında berduşluk deliliğin şanındandır; ardından miskinlik gelir, bir kademe ilerisi meczup’ tur. Hikayesini dinlediğim bir ‘Terzi’ bu sıfata uyuyordu.  Aile faciası yaşadı, büyük bir dramdı, aklı uçtu gitti. Ara sıra Manisa eski postanesinin köşesine gelir, yüzünü ayaklarının arasına gömerek otururdu. Kibar bir adamdı. Birkaç kelime Fransızca da konuşurdu, ‘Vi mösyö’ deyişini hayal –meyal hatırlıyorum. Bazen yaramaz çocuklar onu korkutmak için karşıdan toplu iğne gösterirlerdi, çevre esnaf yetişir, yapmayın-etmeyin deseler de adam ürkek bir halde oradan hızla kaçardı!..

Terzi yıllarca o kapıda büyük bir umutla haber bekledi: Postalar arasında isimsiz ve adressiz zarflar çıktığında memurlar ‘Acaba’ diyerek meraklanırdı; Terzi’nin beklediği bu olabilir miydi? (Bu Terzi’ yi ‘Gediz Kıyılarında Bir Zamanlar’ kitabımda da yazmıştım.)

Demem o ki hayatın binbir cilvesi var; bazen öyle bir an geliyor ki insanın kaderi bir şekilde yön değiştiriyor.

Böyle bir olay Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde 1941 yılında yaşandı. ‘Asabiyet’ teşhisiyle Attilâ İlhan’ ın yolu oraya düştü. Düşünün ileride pekçok kitabı yayınlanacak, senaryolar yazacak bir sanatçı 16 yaşındayken pskiyatr karşına çıkıyor.  Nedeni kız arkadaşına yazdığı mektuplarda Nazım Hikmet’in dizelerini kullanması. İşte bu mektuplar bir gün okul idaresi tarafından öğreniliyor; ardından iş polise intikal ediyor.

Dönem Attilâ İlhan’ın deyimiyle “40 Karanlığı” dönemi, Nazım hapiste ve şiirlerinin yayınlanması, paylaşılması yasak. Yani bu mektuplar ciddi bir suç delili!.. Bu haliyle siciline işlense Attilâ’nın hayatı kararacak; hapse düşecek belki eğitim hayatı bitecek. Ne yapmalı ne etmeli?.. Hukukçu babası çareler arıyor ve avukatı bir dilekçe veriyor; nihayet ‘asabiyet’ bahanesiyle İzmir Memleket Hastanesi’nde müşahade altına alınması talep ediliyor. Fakat kader ağlarını örüyor işte: Buradaki asabiye doktoru askere alınınca Attilâ İlhan’ın yolu Manisa’ya düşüyor.

Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde muayenesi yapılıyor; yapılan testlerden sonra kısa boylu, gözlüklü başhekim onu odasına çağırıyor ve diyor ki:

“Hasta falan değilsin. Kurtulman için hasta demem yeterli ama bu gelecek hayatını etkiler, hasta değil desem ağır ceza yersin, sana yazık olur. İkisinin arası bir şey yazacağım.” (Engin Topuz, Edebiyatın Haziran Mezarlığı; Atilla İlhan’ın Manisa Günleri)

İşte böyle; hayatın cilveleri derken bunu kastettim.

Şimdi ‘Manisa’ nın Gülleri’ adıyla da sevilen- bilinen gariplerimize bakalım:

Yakın geçmişe dair en bilineni herhalde Elif’ tir; cüzzam geçirdiği için cildi çok bozuktu; çok saf biriydi, sabahtan akşama şehri sokak sokak dolaşarak ekmek ve şeker toplardı. Mahalleli karnını doyurur, sokak içlerinde çeşmede komşular onu tulumba suyu ile yıkarlardı.

…Bayram vardı, başında fötr şapkası, etrafında da tavuk tüyleri saplanmıştı; sırtında palto, elinde para topladığı torba. Boynuna bardaklar dizerdi. Elinde uzun bir çomak ucunda bir tas, onu uzatır para isterdi. Genelde Muradiye camisine giden yoldaki köşede büyük çeşmenin önünde dururdu.

Biraz daha eskiye gidelim, sokaklarda hallaçı ile gezen bir ihtiyar, ama iri yapılı, heybetli biri; bir zamanlar cellatmış;  çok pişmanlıklarla yüklü bir hayatın izini sürmüş olmalı. Onu kızdırmaya gelmezdi.

‘Uçuyor Leyla’ ise insanı gülümsetirdi, sokaklarda at arabasının üzerine dikilir son sürat geçerdi.  Elinde bağırsaktan yapılmış bir at kamçısı kullanırdı, kocaman göbeği açıktaydı. Adamın kafa kazınık, yanından geçerken sen de başını kaşıdın mı sopayı kafana yerdin.

50 krş versen 25 ini alırdı.

Hambal Orhan’ı da unutmayalım, elinde halat akşama kadar hamballık yapardı.

Hele Deli Zeberce ‘yi anlatmaya içim kaldırmıyor, acıklı bir hayat.

Dümbekçi Emin; içinde irili ufaklı dümbekleri olan sepeti koluna takar daha büyük dümbeği elinde çalarak sokak sokak dolaşırdı; sesini duyan almak isteyen onu durdurup dümbek alırdı.

Tik- tak Ahmet, elinde tesbih ile gezerdi. Uçurtmayı çok severdi, elinde hep uçurtma ipi, yumak yapardı.

Kolera Ali; Vıy-vıy Ahmet. Gülşen’ ler, – sırtında, torbası, ekmek toplardı-,Pervin; takıp takıştırır sokaklarda gezerdi. Deli Orhan, kapıları sopasıyla tak tak vurup geçerdi. Basri; çizgili pijamasıyla, elinde Türk bayrağı sallayarak dolaşırdı.

Hangi birini anlatayım, Satılmış’ı; Takunyalısı, – ayağında takunyası üzerinde yamadan gorünmeyen kıyafetiyle…

Cavit’ler – Turkiye’nin ilk kalpazanlarından’dır denir, ilk sahte demir parayı basanlardan biri imiş!-

Zeki’ ler – köşk sinemasında özellikle kavgalı dövüşlü filmleri izlerdi, hele Cüneyt Arkın’ın hiçbir filmini kaçırmazdı, ağzıyla efektler yapıp kavga taklidi yapardı: ‘Pıkavvv-pıkavvv… Pıkavv!’

Bayanları ünlülere benzeteni mi arasın; naylona sarılıp dolaşan kadınlar mı!

Dr; -Doktor- Çocuk bahçesinde doktor gömleğiyle dolaşırdı, stetoskop omzundan sarkar, röntgen filmlerini havaya çevirir dikkatle inceler halde dolaşırdı, bazen hasta yakınlarını çevresine toplar konuşurdu. Duruma göre iyi haberler de verir, bazen kötüye de alıştırırdı.

İşte bu isimlerden bazı hatıraları nakledenler ‘Meczuplarımız bile güzeldi be kardeşim!’ derler.

Sadece geçmişte değil elbette bugün bile başka ‘güllerimizin’ çevremizde dolaşmadığından emin olamayız.

Bana kalırsa modern zamanların açgözlülerinden daha insancıldır onlar!

OSMAN ÖZBAŞ

YORUM YAP