DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

OSMANLICA MI, TÜRKÇE Mİ? -2

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
OSMANLICA MI, TÜRKÇE Mİ? -2

Geçen yazımızda Osmanlıca diye bir terim kullanmanın eksik olduğunu söylemiştik; doğrusu Osmanlı Türkçesi’dir;

Bu  fark üzerinde durmamız neden önemli?… ‘Çünkü,’ dedik, ‘Her millet, kavim; ortak dil geliştiren her cemiyet, sözcükler ne kadar değişirse değişsin; kendi dil bilgisi kurallarındaki çekim eklerindeki genel kullanımı bırakmadıkça kelime dağarcığındaki tarihle bağını koparmaz…’  Mesela, ‘otomobil’ yerine ‘kendigider’ diye bir terim bulunmuş; tutmamış… Bu tür –türeti- öztürkçe kelimelerin bir kısmını halk kullanmamış; ama mesela, diyelim ‘araç-binek’ terimi tutmuş;

Burada şu önemli, bir terimin kabul edilmesi, yerel, yöresel, düşünsel, bilimsel, meslekî, törel, güncel bir ihtiyaç noktasında olduğu kadar, anlamlı dizin ifade eden cümle kalıpları içersindeki ‘genel kabul gören anlaşılırlığıyla’ da ilgilidir;

Yani, sözcüklere dikkatimizi vermeden önce cümle kalıpları içersindeki ‘yeri’ önemlidir;

Kelimeler nasıl okunur?

Mesela Arapça-Farsça bazı kelimeler Türkçeye girmiş bile olsa; dil bilgisi kuralları gereği kendi harf-gırtlak yapımıza uygun olarak bunları kendimize ‘uyarlamışızdır.’

Mesela; Türkçede bulunan 8 sesli harf; – a, e, ı, i, o, ö, u, ü- Bu harflerin karşılığında 2 sessiz harf: (Elif= a-e)(Ye=ı-i) Bir sesli harf (Vay= o-ö-u-ü) karşılık geliyor…. Başka örnek; mesela Arapçada Kef harfi, yani N; bakın bu harf de söyleniş vurgusuna göre, hem ‘Ye’, hem ‘He’, hem de ‘Vay’ çıkışlarıyla yerine göre hem sesli hem sessiz görevi yüklenebiliyor;

Başka örnekler verelim;

Arapçada, Türkçemizdeki her hecedeki sesli harfin karşılığı olmadığından, -mesela Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim gibi ayrımı-okunuşu kolaylaştırmak için sürekli kullanılan ‘Esre-Ötre-Üstün’ vurguları olmadığından; dilimizde kullanılan bazı sessiz harfler için Arap alfabesine ‘farklı anlamlar’ yüklemek zorunda kalmışız…

Mesela J harfi, Arapçada böyle bir harf yok; ya da Ç-P harfleri; bu sesleri karşılayabilmek için Arap Alfabesinde bulunmayan harfleri üretmişiz….

Zihniyet Okumaları

Yani dememiz o ki, Osmanlı Türkçesiyle okumak-yazmak o kadar kolay değildi; yine de mesela ‘Japon-Çin yazısı da zor öğrenilen bir dil; Osmanlı Türkçesini okuyup-anlamak onlardan ne kadar zor olabilirdi ki?’ denilebilir….

Bizde şunu söylüyoruz:

Halkın sözcük ihtiyacı; biraz da zihniyet yapılarıyla ilgilidir; söylemek istediğimiz budur… Yani her dil’de yeni sözcükler üretilir, sorun bu değil;

Sorun kelime üretme ya da öğrenme zorluğu da değil… Şimdi kullandığımız kelimeler eskir; kimi anlamlarını yitirir; yeni teknolojik ya da siyasal gelişmeler başka isimlendirmeleri doğurur;

Sorun, insanların, felsefî düşünce yapılarıyla ilgilidir; sorun; ‘Varlık-eşya-duygu-düşünce tanımlamalarına ilişkin, kavramlaştırma üzerinden, insanların-milletlerin, kendi tarih bilincini oluşturmasıyla ilgilidir;

Sorun, evren’e ve kendimize bakışta ki ‘ifade zenginliği’ üzerinden ‘anlamlandırma’ bilgisidir….

Şimdi bu söylediklerimizi Osmanlı İmparatorluğu üzerinden anlatmaya çalışalım.

Kelimelerin medeniyet kültürü

Osmanlı’ yı, Yükseliş dönemlerinin zirvelerine taşıyan ana kültürel-damar, Horasan-Türkmen ekolüydü;

Geçen yazımızdan hatırlayın, Kutadgu Bilig ‘ i örnek verirken, 11. Yüzyılda yazılan bu Türk yazmasının günümüz Türkçesi ile ‘Mutluluk Veren Bilgi ya da Devlet Olma Bilgisi’ adını taşıyan kavramları incelediğini söylemiştik.

Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, başta Milli şuurunu kotaran Türk Kavimlerinin kültür bileşimiyle büyük bir İmparatorluktu; Selçuklu ile Arap-Fars kültürleri kadar Anadolu coğrafyasında pek çok yerel kültürle kaynaştı;

İmparatorluk kültürü üzerinden iyi bir yönetim- toplumsal birlik ve ahlak; edebiyat ve felsefî dil üzerinden zengin bir kelime dağarcığını besledi; Örgütlenme yapısı ve sosyal dokunun Devlet zümresindeki karşılığı adalet ve bilgelik olduğu dönemlerde insan haklarına büyük önem verdi;

Peki ne oldu da Osmanlı İmparatorluğu çöktü?

Kelimelerin tarih kültürü

Avrupa’da yaşanan Rönesans; bilimsel üretim-evren’i adlandırma –felsefe, kültürel birikim, Osmanlı’ yı geçmeye başladı!…

Nasıl?…

Önce, Osmanlı ve Arap dünyası; Orta-Çağ’daki İslam düşünce ekollerinin, felsefî içeriğindeki nakilci değil, sorgulayıcı anlayışı ülkelerine taşıdılar; kitaplar kendi dillerine tercüme edildi;

Örneğin, Galileo dünya dönüyor derken, muhakkak İbn-i Sina’dan yararlanmıştı…

İki:

Batı, referans aldıkları Yunan kültürü üzerinden medeniyet tasavvurunu oluştururken, kelimelerin içeriğini dolduracak anlamları kendi dilinde düşünmeye başladılar!..

Her iki başlıkta da dikkat edileceği üzere, dil ve medeniyet ilişkisinin en önemli unsuru, anlayarak okuma-sorgulayarak öğrenme çabasıdır!!!…

Batı, böylece düşünce planında kendini yenilerken; diğer yanda Osmanlı ‘ da ‘bilgi’ nin değeri azalmaya başlıyordu;

Anlamadan öğrenme; nakilci bir bilim üzerinden eğitim verildikçe, zihin üretimi-evreni tanıma-adlandırma ve üretim alanında geriye düşmeye başladı;

Sosyal-doku çürüyordu;

Yönetenler ile yönetilenler sınıfı arasındaki uçurum büyüdükçe, Otoritelerin, baskıcı ve sömürücü tavırları derinleşti.

Halkın ‘statükoyu’ kabul etmeleri için cahil kalması gerekiyordu; bunun üzerine gelenek üzerinden yozlaşmalar, edebiyat ve dil üzerinden kültür standartları ‘farklılaşmaya’ başladı….

Bu çöküş Osmanlı’da en az üç yüz yıl geriye gider;

1700’ lü yılların başı; Osmanlı, kendisinden daha ileri toplumları örnek almak üzere, gözünü Batıya çevirdi;

işte Lale Devri!…

O dönemde halkın büyük kısmı zor durumdayken bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, huzursuzluklara sebep olmuştu. Yöneticilere de saygı kalmamıştı; mesela Sultan’ın bazı kale-vakıf gibi yerleri para karşılığı sattığı söylentileri yaygınlaşmıştı;

Bunun üzerine Sultan 3. Ahmet göstermelik sefere çıkma, savaşa gitme töreniyle Saray’dan çıktı…

Akşam kayıkla saraya döndü! Bu durum anlaşılınca, halk isyan etti.

Bu tarihi konuların dil ile ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz;

Halkı temsil eden Devlet zümresinin, adil ve bilgelik üzerinden ahlaki tavırlarının ‘tanımlanması’ gerektiğini söylemiştik; hatta bunun için Kutadgu Bilig’i örnek verdik;

Bu boşuna değildi; söylemek istediğimiz şu;

Dil’ de yozlaşma, ya da kültürel çürüme aynı şeydir:

Üretmeden tüketmek; düşünmeden uygulamak; dinlemeden konuşmak; sorgulamadan inanmak üzerinden ‘güdüldükçe;’

Başkalarına kul-köle olursunuz; vatanınızı kaybeder; milli kimliğini ve düşünce berraklığınız yitirirsiniz; dil de bu yozlaşmanın etkisindeyse;

Medeniyet sahasının gerisine düşersiniz;

Dil’inize sahip çıkın!

(X) NOT:

Türkçeyi zengin bir dil yapan en önemli özelliği, söz varlığı gruplarındaki ‘sıfat-fiil; zarf-fiil’ ekleri bakımından zengin olmasıdır. Ayrıca Türkçe soylu kelimelerin hepsi, cümle içinde isim, sıfat, zamir, hatta bir kısmı çekim edatı olarak kullanılabilmektedir, bu özellik dil’in kullanım imkânlarını daha da zenginleştirir.  Son olarak şu da unutulmasın, Türkçede varlıkları, kavramları ve hareketleri ‘tamlamalardan’ faydalanarak isimlendirmek çokça başvurulan bir yoldur. Belirtisiz isim tamlaması, bileşik fiil, isnat grupları, kısaltma gurupları yapısı… tek kelimeler gibi anlatım özelliğine sahiptir. Bu özellikleri nedeniyle hem günlük kullanım hem de bilim dili olarak müthiş bir kelime zenginliğine kapı aralıyor…

                                                                                                                                                                  Osman Özbaş

YORUM YAP