Eğer yeşilin bu kadar cömert davrandığı, mavinin yeşille bu kadar güzel cilveleştiği bir kentte yaşıyorsanız ve sizden çok önceleri bile atalarınız da en az sizin kadar buraları sevip kalmış, karınca kararınca yapıp kullandıklarından size de kültürel miras cinsinden bir de emanetler bıraktılarsa çok ama çok daha dikkatli ve sorumlu davranmak zorundasınız.
“Yâri güzel olanın başı beladan kurtulmaz” pek tabii. Kıyılarınız bu kadar uzun, yeşiliniz bu kadar zengin olursa buna bağlı olarak da çekiciliğiniz de bir o kadar fazla oluyor ve insanların dışında da birçok canlı türünün vazgeçilmezi, ideal yaşam alanı oluyorsunuz. Hele bir de toprağınızın altı da en az üstü kadar iddialı ise vay halinize!
İşte o zaman diğer cinslerinize, komşularınıza, benzerlerinize göre daha hassas davranmalı, ilişkilerinizde daha seçici olmalısınız.
Kâinatın yaratıcısı önceliğe insanı koymuştur. Her şey insan için yaratılmış, onun istifadesine sunulmuştur. Bu yüzden sizin de bütün bu güzellikleri ondan esirgemeniz, onların sadece bir kısmına cömert davranırken diğer çoğunluğun zararına onları kullandırmanız hiçbir adalet kuralıyla da açıklanamaz.
Dünya da, Türkiye’ de 5’den büyüktür!
Size verilen bu güzelliklerde, özelliklerde bütün insanlığın, bütün yurttaşlarımızın hakkı vardır ve sizin de buna göre adil davranmanız kaçınılmazdır.
Elbette izin şarttır ve kimsenin gelişigüzel size dokunmaya hakkı yoktur, buna göz yumamayız tabii ki. İşte zurnanın zırt dediği yer de tam burası!
Bu ruhsatı almak mı zor, vermek mi zor?
Kolay gibi görünse de vermenin hiç de kolay olmadığını, baştan söyleyebilirim. Hele günümüzde, sosyal medyanın bu kadar güçlü olduğu bir ortamda hiçbir işin gizli kapaklı kalmasının neredeyse imkânsız olduğu bir ortamda hiçbir babayiğidin, arkasında seçmen iradesi olsa bile buna yelteneceğini düşünemiyorum.
Almak derseniz, onun da bu kadar kolay olmaması gerektiğini düşünüyorum. Daha doğrusu başka ruhsatlar, başka yapı izinleri, maden izinleri, arama izinleri daha kolay olsa bile buralarda daha bir seçici, daha bir multidisipliner anlayışla hareket edilerek, daha nitelikli girişimcilere bu fırsatların verilmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Öyle ya; kıraç tepelerde, boş alanlarda maden aramak ile bir santimetresinin bile kıymeti ölçülemeyen arazinin arama faaliyeti için aynı tutulması hangi vicdana sığar ki?
Yaklaşık otuz yıldır Muğla’da yaşıyorum. Gerek geçen yılki orman yangınları, gerek inşaat sektöründeki hızlılık, gerekse bolca verilen ruhsatları yüzünden şu sıra Muğla’ nın her tarafı hiç görmediğim şekilde iş makinaları kaynıyor ve her köşe adeta şantiye görünümünde. Son yıllarda yağ gibi kayarak gittiğimiz karayolları, şimdilerde neredeyse köstebek yuvası haline gelmiş durumda. Ömrümün hiçbir anında fazla çalışmadan rahatsızlık duymadım ama bu öyle bir şey değil!
Bir kargaşa hali, bir düzensizlik; yapanla edenin insafına kalmış gibi her şey.
Adam şantiyesini kurmuş, özenmiş yolunu yapmış ama diğer devlet yolu viran. Ne bir tabela, ne bir uyarı! Bütün imkânlar sanki babasının malı gibi kendine doğru. Ruhsatı almış almasına da…
Özel sektör böylesine bencil ve sorumsuz da kamu ondan farklı mı?
Bir sürü kıyı şeridinde inşaat işleri hız kazanmış, iş makinaları harıl harıl çalışıyor, yollar tarumar ama ruhsatı verip buna göz yuman belediyelerin bozulan bu yolların tamiratlarıyla ilişkin çabaları neredeyse hiç yok.
Devlet, sanki verdiği ruhsatlarla yüklenicilere ram olmuş görünümde.
Benim yüklenicim iyidir, bana bakar, biz ne dersek yapar rahatlığında kamu görevlisi ama ya asıl kamu yararı, asıl kamunun kendisi, vatandaşın hakkı hukuku kimin umurunda?
Muğla’ ya yeni geldiğim yıllarda Yatağan’ da kömür çıkartıldıktan sonra ağaçlandırma yapması istenen yüklenicinin, dolgu yaptığı alana diktiği çam fidanlarının tutmadığını görüp işi öylece teslim etmesine karşı direnen bir işletme müdürünün hikâyesi anlatılırdı. “Çam olmuyorsa akasya dikin, ama ağaçsız olarak da terk etmeyin sahayı” deyip o alanı akasya ormanına dönüştüren müdürlerin hiç mi esamesi okunmaz oldu artık.
Ormandan kesim ruhsatı alan yükleniciler ortalarda cirit atsın, belediyeden inşaatlar için ruhsat alanlar yollarda cirit atıp dilediklerince çalışsınlar, bakanlıktan ruhsat alanlar hakeza kıyıları talan edip gece gündüz demeden sorumsuzca boy göstersinler biz de seyredelim.
Yok öyle! Siz kimsesizlerin kimsesi olamıyorsanız, kimsesizlerin gerçek kimsesi razı olmaz buna.
Al takkeyi ver külahı, al ruhsatı ver parayı, gör bizi de biz de görüyoruz sizi.
Ne demiştik, daha doğrusu devletin en başı demişti de biz de onun sözünü alıntılamıştık.
Dünya da, ülkemiz de 5’ den büyüktür! Kamunun hakkı, vatandaşın hakkı her şeyin üstündedir. Üç beş yüklenicinin, üç beş kuruşluk hakkı gün gelir midenizi tırmalar.
İçi boş çevrecilik, her şeye karşıyız anlayışı bu satırların sahibinin yaşam tarzı değildir. Ağaç mı maden mi gibi yaratılan kısır döngünün de bu anlamda bu iki klasik ve sığ anlayışa kurban edildiğini görerek üzülüyorum. Elbette maden de önemlidir, çıkarılıp ülke menfaatleri doğrultusunda kullanılmalıdır ancak bu zihniyetle, bu sorumsuzlukla buna taraf olacağımızı da kimse düşünmesin. Görüyoruz sizin maden çıkarma uğruna tabiatı, çevreyi nasıl katledip, insanımıza ve geleceğimize nasıl zarar verdiğinizi.
Çimento fabrikası elbette önemlidir ama yeri, çevreye olan zararı, kamunun yararı ne ölçüde düşünüldü, kimlerle tartışıldı soruları kamuoyunda koca bir muammadır.
Başta da dediğimiz gibi, vermesi çok zor bu ruhsatları. İşin ucunda sandığa gömülmek de var ama verdiğiniz ruhsat buna değdiyse de siz bilirsiniz.
Ben ruhsatın çabuk alınanını, verilenini değil de gizli saklı, paldır küldür verilenini sevmiyorum anlaşılan.
Bu işler biraz kamuoyunun gözetiminde de olabilmeli mesela.
Hani şeffaf devlet anlayışı, şeffaflık ilkesi gibi lafta kalmamalı diyorum.
Vesselam!
Çok mu açık ettik?
Erdal ÇİL cerdal48@gmail.com