
Koronavirüs salgınının birinci yılındayız, geçen yıl bu zamanlar 16 Mart 2020 tarihli ‘Korona Hayatı Felç Edecek’ başlıklı köşe yazımı kaleme alırken henüz bir vakamız vardı.
11 Mart’ta gece yarısı kameraların karşısına geçen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Korona virüsü şüphesi olan vatandaşımızın test sonucu pozitif çıktı” demişti.
Hastanın virüsü Avrupa’dan kaptığını, erkek olduğunu, aile bireyleri ve yakın çevresinin gözetim altında tutulduğunu açıklamış, ancak hangi şehirde görüldüğünü söylememişti.
O günden sonra yaşananları hepiniz biliyorsunuz; önce veriler kamuoyundan gizlendi, kim, nerede, nasıl virüse yakalanıyor, neler yapılıyor, kaç kişi ölüyor, kimse bilmiyordu.
Tüm veriler adeta bir devlet sırrı gibi saklanıyor, sonuçlar paylaşılmıyor, televizyonlardan Amerika ve Avrupa’da yaşanan ölüm haberleri veriliyor, huzurevlerinde terk edilmiş cesetleri bulunan yaşlılar, gerekli cihaz bulunmadığı için hastane koridorlarında inleyen hastalar gösteriliyordu.
Ortalık tam bir cehenneme dönmüştü, halk korku ve panik havasında ne olup bittiğini birbirinden öğrenmeye çalışıyordu, korona vakalarını takip edip haber yapmak isteyen gazeteciler gözaltına alınıyordu.
Ülke olarak gerekli önlem ve tedbirleri almakta geç kalmıştık, ümreden gelen ve korona oldukları söylenen yüzlerce kişi polisten kaçmıştı, heryer açıktı ve herkes istediği gibi gezip dolaşıyordu.
Aylar sonra bazı küçük ve yetersiz önlemler alınmaya başlandı, ama hiç bir zaman gerekli olan tam kapanma olmadı, ülke ekonomisinin zarara uğrayacağı düşüncesiyle dev fabrikaları kapatmayı göze alamadılar, bunun yerine küçük esnafla debelenip durdular.
Bir çok çelişkili uygulama hayatımıza girdi, örneğin kapalı ve havasız AVM’ler hizmet vermeye devam ettirilirken, bol oksijenli park, bahçe ve sahil kenarlarında gezmek, dolaşmak yasaklandı, böylece virüsün hızla yayılması ve bulaşmasına davetiye çıkarıldı.
Nice sonra Sağlık Bakanlığı vakaları açıklamaya başladığında gördük ki iş işten geçmişti ve koronadan ölümler önü alınmayacak derecede yükselmişti, bugün halen günde ortalama 250 insanımız ölüyor.
Tüm bu süreçler yaşanırken denildi ki 3 kurala mutlaka uyun; Maske, Mesafe, Hijyen ve bu kurallara uymayanlara ağır cezalar getirdiler, zaten ekonomik sıkıntı yaşayan işçi, işsiz, memur, esnaf, öğrenci ayırt etmeden maske takmayanlara yüksek para cezaları kestiler.
“Kestiler de ne oldu?” derseniz, bunun cevabını hep birlikte görüyoruz işte, elde var sıfır, sözde hepimiz maskeliyiz, hepimiz mesafeli, ama artarak ölüyoruz.
Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı, çok canlar kaybettik, çok ana, babalar, çok evlatlar, çok sevdalar.
Meğer biz en güzel günlerimizi yıllar önce yaşamışız.
Ve o çok güzel günlerde şair Cahit Sıtkı Tarancı bugünleri mi anlatmış;
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur,
Ah aklımdan ölümüm geçer,
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur,
Ve gönül Tanrısına der ki: Pervam yok verdiğin elemden,
Her mihnet kabulüm, yeter ki,
Gün eksilmesin penceremden!