DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

YAVRU VATAN KIBRIS (KIBRIS’IN SON YETMİŞ YILININ HİKÂYESİ)

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
YAVRU VATAN KIBRIS (KIBRIS’IN SON YETMİŞ YILININ HİKÂYESİ)

1950’li yılların başlarında doğanların yaşamları Kıbrıs’la iç içe geçmiştir diyebiliriz. Çünkü bu yıllarda doğanların akıllarının ermeye başladığı dönemde Kıbrıs sorunu alevlendi ve onlar, süreç içinde Kıbrıs’la ilgili gelişmelere tanıklık ederek büyüdüler.

TRT’nin ‘Bir Zamanlar Kıbrıs’ adlı yeni dizisi, beni geçmişe götürdü; Kıbrıs’ta ve Ülkemizde yaşananları anımsattı.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrası Ayastefanos (Yeşilköy) anlaşması ile Birleşik Krallığa bırakılan, daha sonra ilhak edilerek koloni hâline getirilen, 1960 yılında bağımsızlığını kazanan Kıbrıs’ın, üç garantör devleti vardı: Ülkemiz, Birleşik Krallık ve Yunanistan.

Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini (enosis) bağımsızlığını kazanmasından önce de isteyen Rumlar, bu isteklerinden bağımsızlık sonrasında da vazgeçmediler. Türklere verilen hakların fazla olduğunu ileri sürüyor ve anayasa değişikliği istiyorlardı. Gerçek amaçları hiç vazgeçmedikleri enosisti. İstemiyor gibi görünse de Cumhurbaşkanı Makarios’un amacı da buydu. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için kurdukları EOKA adlı silahlı örgüt eylemlerini sürdürdü. ‘Kanlı Noel’ olarak adlandırılan 1963 yılı sonlarında yüzlerce Türk’ün ve Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ile üç çocuğunun öldürülmesi ve Türklerin köylerini terke zorlanmaları, Türkiye’de büyük tepkilere neden oldu. “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır!”, “Ya taksim, ya ölüm!” ve “Ordu Kıbrıs’a!” sloganlarının atıldığı yürüyüşler yapıldı. Küçük bir çocuktum. Kortejin arkalarında yer alarak katıldığım ilk yürüyüşüm buydu.

Olaylar devam ediyordu. 1964 yılında İsmet İnönü Hükûmeti, müdahale kararı aldı. Keşif için Kıbrıs’a gönderilen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağının düşürülmesi sonrasında esir alınıp işkence ile öldürülmesi tepkilerimizi daha da artırdı. Kıbrıs’ın bombalanması, çatışmaları durdurdu; Birleşik Krallık’ın devreye girmesi ile de ateşkes sağlandı. O yıllarda Bayrak Radyosu, Erenköy, Küçük Kaymaklı, Yeşil Hat, Barış Gücü sözcükleri ile ABD Başkanı  Lyndon B. Johnson’un, “Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin Yunanistan’la savaşa yol açabileceği, bu nedenle öncelikle müttefiklerine danışması gerektiği, çıkacak bir savaşta Sovyetler Birliği müdahale ederse Nato’nun Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz olacağı ve ABD’nin sağladığı askeri malzemeyi Kıbrıs’ta kullanamayacağını” belirten, yaptırım uygulamaya yönelik tehditler içeren mektubuna; rahmetli İsmet İnönü’nün onurlu bir duruş ve cesaret sergileyerek verdiği, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de orada yerini alır.” cevabı gündemimize girdi; bunlardan bazıları yıllar içinde önemini kaybetse de bazıları hiç çıkmadı.

1967’de çatışmalar tekrar şiddetlendi. Makarios, adadaki kontrolünü artırmak için Türk toplumu üzerindeki baskılarını yoğunlaştırdı. Yunanistan’da Albaylar Cuntasının, askeri darbe ile iktidara el koyması da enosis amaçlarını tekrar alevlendirdi. Rauf Denktaş, gizlice adaya çıkarken tutuklandı. Grivas komutasındaki EOKA’cı Rumlar, Türk köylerine saldırdı. Türkiye’nin ağırlığını koyması ve Grivas’ın Yunanistan’a geri dönmesi ile çatışmalar geçici de olsa durdu ve Rauf Denktaş serbest bırakıldı..

Ancak sorun devam ediyordu. Makarios, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları, enosis hayallerini sürdürüyor; bu yöndeki saldırıları devam ediyordu.

1970 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydolmuştum. Okulda Kıbrıslı arkadaşlarımız olmuştu. Erkekler, zaman zaman okula ara veriyor, Türk Mukavemet Teşkilatında görev almak ve mücahit olarak çarpışmak üzere Kıbrıs’a gidiyorlardı. Onlar bizim kahramanlarımızdı.

Bu arada az da olsa bazı arkadaşlarımız, Kıbrıslı Türklerin üniversitelere, kendilerine tanınan kontenjanlar dahilinde bize göre daha kolay girmelerini ve yine bize göre daha iyi yurtlarda kalmalarını adaletsiz buluyor, bunun tartışmasını yapıyorlardı. Ne derlerse desinler, dönemin hükûmetleri doğru yapmıştı, iyi yapmıştı. Çünkü Kıbrıs’ta Türklüğün varlığını sürdürmesi, onlara yardım etmemizi gerektiriyordu.

Kıbrıs’ta olaylar büyüyordu. O yıllar, rahmetli Bülent Ecevit’in yükseliş yıllarıydı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Kurulunda yapılan seçimlerde Milli Şef İsmet İnönü’yü geçerek Genel Başkan olmuş; 1973 seçimlerinden sonra, o günlerin moda deyimi ile tarihsel uzlaşmayı gerçekleştirerek, rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ile Koalisyon Hükûmeti kurmuştu.

1974 yılında, EOKA liderlerinden Nikos Sampson, Yunanistan’daki Cunta Hükûmetinin de desteğini alarak Rum Milli Muhafız Güçleri ile 15 Temmuz’da darbe yapmış, Makarios’u devirmiş, Kıbrıs’ta ‘Yunan Cumhuriyeti’ ilan etmiş ve Cumhurbaşkanı olmuştu.

Türkiye’de bıçak kemiğe dayanmıştı. Ecevit, Yunanistan’ı dışlayarak diğer garantör ülke Birleşik Krallık ile görüşmüş, sonuç alınamayınca 20 Temmuz’da, adaya barış getirmesinin yanında, Yunanistan’daki albaylar cuntasının sonunu getirecek olan birinci harekat gerçekleştirilmiş; daha sonra yapılan görüşmeler yine sonuçsuz kalınca, rahmetli Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Turan Güneş’in, Ecevit’le yaptığı telefon konuşmasında kızını kastederek söylediği, savaşın sloganı hâline gelen, ‘Ayşe tatile çıksın’ parolası üzerine, 14 Ağustos’ta zorunlu nedenlerle ikinci harekât yapılarak  Kıbrıs’ın yüzde 37’si alınmış; Türkler mezalimden kurtarılmıştı.

Kıbrıs hârekatı, Ülkemizde her kesimin desteğini alan haklı bir müdahaleydi. Milli hislerimiz galeyana gelmişti.

Harekâttan sonra kendisi kabullenmese de Ecevit, ‘Kıbrıs Fatihi’; Erbakan, ‘Mücahit Erbakan’ diye anılmaya başlanmıştı.

O yıl son sınıftaydım ve güz sınavlarına girecektim. Yurtta kalıyordum. Konuşma ve tartışmalarımız dönüp dolaşıp Kıbrıs Barış Harekâtına geliyordu. Kaldığım yurtta marjinal sol fikirlere sahip öğrenciler de vardı. Bir gece vakti onlardan birisi, “Türkiye’nin harekâtı, ABD’nin ve uluslararası emperyalizmin isteği doğrultusunda gerçekleştirdiğini; amacın, Bağlantısızlar Hareketini baltalamak ve Komünist Partinin desteğini alan Makarios’u devirmek olduğunu” söyleyince; ben karşı çıkmış, hava gerginleşmiş, araya girenler yatıştırmışlardı.

Harekâttan sonra yapılan görüşmelerden yine sonuç çıkmayınca, 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi.

Görüşmeler hep sürdü, ancak sonuç alınamadı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’dan adını alan ‘Annan Planı’, Kıbrıs’ın İngiliz üsleri haricinde kalan kısımlarının bağımsız ve federal bir devlet olarak birleştirilmesini, bakanlıkların en az üçte birinin Türklerden oluşmasını, devlet başkanlığı ve başbakanlık görevlerinin 10 ayda bir Türkler ve Rumlar arasında el değiştirmesini öngörüyordu. Türkiye planı desteklemiş, o dönem ‘Yes be annem” sloganları atılmış, Rauf Denktaş bu plana karşı çıkmıştı.

Ben de karşı çıkanlardandım; yaşamı boyunca Kıbrıs Türklerinin özgürlüğü için her koşulda mücadele eden ve güvenilir bir devlet adamı olan Rauf Denktaş gibi düşünüyordum. O günlerin hararetli tartışmaları sırasında bir akşam kızım, “Baba, neden karşı çıkıyorsun? Ben inceledim. Birleşme Türklerin yararına; böylece Türk kesimi de Avrupa Birliğine girmiş olacak!” deyince; sorunu en yakınım olan kızıma bile anlatamadığıma çok üzülmüş, uzun uzun geçmişte yaşananları anlatmış, sanırım ikna da etmiştim.

Yapılan oylamada Türkler ‘evet’ demişse de, Rumlar ‘hayır’ deyince,  birleşme gerçekleşmemiş; biz karşı çıkanlar, rahat bir nefes almıştık. Daha sonra yaşanan olaylar da, birleşmemenin Türklerin lehine olduğunu ortaya koymuştu.

Cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesinden sonra da mücadelesini bırakmayan Rauf Denktaş’ı, ayaklarını zor kaldırdığı, yaşlı ve hasta hâliyle, Atatürkçü Düşünce Derneği Manisa Şubesinin 25 Kasım 2005 tarihinde Celal Bayar Üniversitesinde düzenlediği, ‘AB Sürecinde Türkiye ve KKTC’ konulu konferansını gözlerim yaşararak dinlemiş, kendisi ile ayaküstü de olsa tanışma olanağı bulmuştum.

Ömrü Kıbrıs ve Kıbrıs Türklerinin bağımsızlığı için geçen son milli kahramanımız Rauf Denktaş, Annan Planı’na karşı çıkmasının yanında, verdiği konferanslarla da siyasi iktidarı rahatsız ettiğinden, zaman zaman o dönem güncel olan Ergenekon soruşturmaları kapsamında hakkında soruşturma açılacağı konuşulmuş, adı iddianamelerde de geçmişti. Bereket, hakkında soruşturma açılmamış, Ülkemizde çok geçerli olan, “Yapılan hizmet cezasız kalmaz!” sözü bu kez doğrulanmamıştı.

Yaşanılan süreç sonunda Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti de, birleşmemenin KKTC ve Türkiye lehine olduğu gerçeğini görmüştür.

Sözün özü: Kıbrıs sorununu çözememiş, bu konuda büyük bedeller ödemiş, şehitler vermiş, milletlerarası camiada baskı altına alınmış, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi Kıbrıs’ta bulunmamızı işgal olarak nitelendirmiş ve ambargolara maruz kalmış olsak da; yapılan harekât ile  Türkler kurtarılmış, Kıbrıs’la organik bağımız kurulmuş, Antalya Körfezine sıkışmaktan kurtulmuş, emperyalist devletlerin Akdeniz’deki oyunlarına karşı koyarak haklarımızı savunur hâle gelmiş bulunmaktayız. Türkiye için Kıbrıs ne kadar önemli ise, Kıbrıs için de Türkiye o kadar önemlidir. Bunu en iyi ifade eden Rahmetli Rauf Denktaş’ın, “Benim iki bayrağım var…” ve “Türkiyesiz cennete bile gitmem!” sözleridir.

———-+———-

Güzel Sözler :

Bugün her Türk çocuğunun gönlünde, Atatürk sevgisi mukaddes bir iman hâlinde yaşamaktadır. Dr. Fazıl Küçük

Hayatta hiçbir zaman yalpalamayacaksın, Düşüncelerinde bir ileri, bir geri adımlar atmayacaksın, her dönemin adamı değil, her dönem adam olacaksın. Rauf Denktaş

Hürriyetten vazgeçmek suçtur. V. Cousin

Özgürlük, sorumluluk getirir, insanların çoğunun özgürlükten korkması bundandır. Bernard Shaw

 

YORUM YAP