DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

ET Kurumu Özelleştirilmesi ve Süt Fiyatları 2013 Yılı Yazılarımız!

Yayınlanma Tarihi : Google News
ET Kurumu Özelleştirilmesi ve Süt Fiyatları 2013 Yılı Yazılarımız!

Savunduğumuz görüşlerde bazen eski yazılarımızı hatırlatmak hem özeleştiri açısından hem de fikirlerimizin zamana karşı duruşundaki ciddiyeti açısından önemli bir ders oluyor bize. Manisa yerel gazetesi Hayat Gazetesi’nde yazdığımız dönemler 2013’lerden başlıyor. Bugün gündemimizde yer alan ve Süt fiyatları, Et ithalatı ve tarım politikaları hakkında haberleri okurken yine eski yazılarımıza dönelim dedim. Ben ilk yazılarda takvim koymadığım için tam gününü veremiyorum ama esasen savunduğumuz düşüncenin bugünlerle kıyaslaması önemli.

Birinci yazı 2013 yılının mart ayında olmalı, linkleri silindiği için ancak gazete nüshalarından bulabilirsiniz; ikincisi -kısaltılmış olarak- 2015’lerde olmalı.. Buyurun:

ET-SÜT KURUMU

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Et Süt Kurumu’ nu kurdu. Bu güzel bir haber; ancak yıllar önce özelleştirmenin gerekçelerinden doğan risklerin bu yeni Teşkilatlanma ile bir kez daha karşımıza çıkmamasını diliyoruz.

Biliyorsunuz daha önce Kamu İktisadi Teşekkülleri için temel bir soru vardı: ‘Ya zarar edeceğiz ya da özelleştireceğiz.’

Tekel için de bu böyleydi, Etibank kanalıyla yapılan madencilik çalışmalarındaki niyetler de böyle!…

İşte bunlara zamanında İktisadi Devlet Teşekkülü deniyordu. Bugün de aynı adı kullanıyorlar sanıyorum; ama ‘arpalık’ diye nitelendirilen ve işe katkı sağlamayıp Devlet’ten boşuna maaş alan kişilerin istihdamıyla bu yapı ‘çöktü!’

Devlet İktisadi hayata müdahale etmesin, dediler…

Doğru; müdahale etmesin! Ama Devleti, inek gibi sağmaya çalışan; Devlet malı ‘deniz!’ diyerek nasiplenme yarışında olanlara ‘görev kanalları’ açılırsa, her sistem çöker zaten…

Suç, kanunun tahsis ettiği Teşkilatlanma biçimlerinde mi, yoksa ‘arpalık’ zihniyetinde mi? Bunu sorgulamak lazım.

Peki bu arpalık’ın uzantıları nelerdir?

Bir dönem görev zararı yazan Kamu Bankaları aracılığıyla; hatta hazineye devredilen özel sektör bankalarının Yönetim Kurullarında ki bazı ilişkiler ile Devletin soyulmasına nasıl göz yumuldu?…

1998-2003 yılları arasında batan 22 bankanın bu ülkeye maliyeti 47 milyar dolar deniliyor!

Bir kez daha söyleyelim, yaklaşık, 47 Milyar dolar.

Finans sistemin merkezde yer aldığı karanlık ilişkilerde, hangi siyasetçiler; hangi asker kanadından gelen emekli Paşa’lar; hangi ‘prensler-prensesler’ Yönetim Kurullarında yer aldı?

Örneğin ‘Politikacı-bankacı’ ‘politikacı-işadamı’ kimliğiyle Hükümetleri etkileyen ve büyük sermaye gruplarına bölüştürülen özelleştirme ihalelerinde nasıl ‘avantalar’ döndü?…

Bunlar açıklanırsa Türkiye’ nin siyasi-ekonomik izdüşümü ortaya çıkar.

Aslında bunları öğrensek ne olacak; Adamı Yönetim Kuruluna atamışsın; icrai özelliği yok; dönem raporlarını onaylıyor, işi bu.

Herhangi bir cezai yaptırım var mı?… Yok! Zaten bu tür mevkilerde, görünen anlamda her iş hukuka uygundur.

Bu sadece 1998-2003 yılları arasını mı kapsıyor? Hayır… Bu süreci ta 1970’li yıllardan getirmek lazım…

Devlet Bankalarına görev zararı yazdıran zihniyet ile Sosyal Sigortalar Kurumu’nu iflas ettiren de, dışa bağımlı bir ekonomik alt-yapıyı hazırlayan da aynı yaklaşımdır…

Oysa K.İ.T ‘leri (kamu iktisadi teşebbüsleri)ni profesyonellere bıraksalardı; hani THY’ nda bir zamanlar Cem Kozlu’ nun yaptığı gibi, işi ehil kimseler yürütseydi, özelleştirmeler bu kadar gerekli olur muydu, bir düşünün!…

Bir Etibank iyi yönetilebilseydi, özelleştirme baskısı bugün ki gibi bir ihtiyaç olur muydu?

Örnekler doğru olmayabilir ama verdiğimiz mesaj anlaşılmıştır umarım?…

Unutmayın, belki aynı hatalar tekrar etseydi bugün benzer şekilde bir Gemi Müsteşarlığı birimi’ni, hatta BOTAŞ’ı da özelleştirmeyi düşünebilirdik..

Yok o kadar da değil diyorsanız, o halde sorarım size karayollarındaki bazı ulaşım artelleri özelleştirilmek isteniyor; buna gerçekten gerek var mı?

Mesela TEDAŞ özelleştiriliyor…

Hadi ihaleye çıktın diyelim, şöyle bir sorun var; özelleştirme, özü itibariyle neredeyse gelecek yıllar gelirinden erken oranda tahsilât karşılığında satışa konu olması gibi anlaşılıyor;

Ama bu süreçteki TÜKETİCİNİN HAKKI iyi ta-nım-lan-mı-yor!

Mesela kayıp-kaçak bedelleri hakkında kime şikâyette bulunacağız?

Hakem Heyetine mi?… Yanıldınız; çünkü Yargıtay kararı Dağıtımcı Şirket lehine karar veriyor.

Bu ne demektir? İster kamu olsun ister özel sektör, kayıp-kaçaklarla ilgili hakem heyetine başvuramayacağız…

Ya zaten oradan da bir sonuç çıkmıyordu düne kadar, diyebilirsiniz; mesela Manisa Merkez de başka, ilçelerinde başka kararlar verilip Hakem Heyetlerine götürülüyor ama orada kalıyordu.

Görüş sormuşlar Yargıtay’a, Dağıtımcı Şirket haklı demiş…

Ya da karayollarını özelleştireceksiniz; şimdi söyleyip vatandaşın özelleştirilme karşısındaki hakları ne olacak?…

İkinci konu da şu: Özelleştirme yapacaksanız, eskisi gibi ‘hantal-zarar yazan’ bir yapı gerekçesine sığınmayıp değerini artıracak verimliliği sağlayın sonra –satın; böylece yıllarca bu halkın vergileriyle taş-taş üstüne konan ekonomik yapının getirisi de ona göre karlı olsun…

Üç;

Göze batmayan başka bir konu; yalnızca iktisadi devlet teşekküllerinde değil, zaman zaman rastgeldiğimiz ama genele yayma niyetiyle söylemekten kaçındığımız bir husus var…

Olmadık-olmadık insanların bazı mevkilerde yer alıp kendi konularına hakim olmadıklarını sıkça görmeye başladık; dikkat tehlike işareti bunlar!…Kadrolara yerleştirilen insanların gerek hizmet içi eğitimle gerekse kendi nitelikleri itibariyle gerçek anlamda ‘liyakat esasıyla’ yükselmelerini sağlayın…

Bir örnek; öğretmen olup da Manisa Kütüphanesinin yerini bilmeyen insan rast geldik… Ayıp yahu!

-Üniversite sınavlarında boş kâğıt verenlerin çokluğuna bakılırsa buna şaşırmamak lazım…-

Konu daha da uzatılabilir… Biz olumsuz risk taşıyan örneklere dikkat çektik; netice de hepimiz aynı teknenin içindeyiz; söylediklerimizde doğruluk payı varsa, düzeltilmesine ön-ayak olmak isteriz… Ama buna eğilecek insanların da ‘aynı duyarlılıkla’ dikkatli olmaları gerekir.

Kıssadan hisse; Devlet işleri Millete karşı sorumluluk ve hizmetkârlık anlayışının yerleştiği bir ahlaki anlayışı gerektirir…

Yani etinden sütünden faydalanacak bir ‘cins’ değildir!’

İkinci yazı (Tarih takribi 2015) :

SÜT FİYATLARI VE HAYVANCILIK

Geçen yazılarımızın birinde (‘Ziraat Fakültesi mi, Tarımsal Çiftlikler mi?’; 07/03/2016) süt Fiyatları ve hayvancılık üzerinden bir formül yazmıştık;

Süt fiyatı düşük kalırsa inekler kesilir; süt fiyatı yüksek olursa inekler beslenir.’

Kural bu; nitekim Hükümet bu ilişki üzerinden destekleme alımlarına zam yaptı; 9 kuruştan 1.15 kuruş oldu.

Şimdi sorabilirsiniz, ‘peki madem bu kadar basit bir denklem var, neden baştan tedbir alınmıyor?

‘Madem hayvan stokunda Süt fiyatı düşük kaldığı için zig-zag’lar oluyor, Hükümetler nasıl oluyor da arka-arkaya dönemler itibariyle aynı hataya düşüyorlar?’

Ya da, ‘Hayvancılık yapanlar, kazancı hesaplamıyorlar mı; hatta belki de teknik ve arazi yapılarını geliştirmiyorlar mı?..’ diye sorabilirsiniz.

Hayır; bunun için mesela iktisatta ‘corweb’ teoremleri bile vardır. Bir kere tarım sahasında piyasa şartları gecikmeli oluşuyor, zaman ister. Öyle ki başta kârlı bulunan bir alana herkes atladığını fark etseniz de üretimi hemen değiştiremezsiniz; o zaman arz esnekliğiyle ilgili ‘zaman aralıkları’ üzerinden maliyet-fiyat dengesizlikleri oluşur.

Yani tarım ürünleri arzı kısa dönemli kolay-kolay değiştirilmez; mesela karpuz, salatalık fazlası mı oldu, ne yapacaksın, bunları gelecek seneye bırakamazsın; insanları karşısına çıkıp ‘hepsini yeyin!’ de diyemezsin…

Ya tarlada bırakırsın; ya hayvanlara verirsin, ya yollara dökersin.

Bu nedenle Hükümetler, ‘piyasa şartlarını düzenleyici’ uygulamalarla sektöre yön vermeye çalışırlar. Dünyanın her yerinde bu böyledir; Amerika ‘ da da böyle, Hollanda’da da…

Hollanda demişken, ülkenin Konya’nın yüzölçümü kadar bir büyüklüğü var; üstelik arazinin yarısı deniz seviyesinin altında; tarımsal alanları Türkiye’ nin yedide biri. Ama adamların tarım ihracatı 90 milyar dolar. Çalışıyorlar; bir lâle soğanından bile binlerce tür üretebilmişler; hayvancılıkta da bir Holstein inekleri var ki, dillere destan….

İşte biz Özal zamanında bu ineklerden ithal etik;

Hollanda o zamanlar vermemekte direndi ama Hariciyemizin etkili girişimleri sonunda Holstein’ler getirildi. Hayvanlar ilk şoku daha gemiden inerken yediler, kılıç kalkan ekibimiz coştukça coşmuştu.

Çiftliklere getirildiğinde de ortama alışmaları sorun oldu, inekler bizimkiler gibi çiftetelliyle çalışmıyor; iki doz Çaykovski, bir doz Beethoven (Klasik müzik bestecileri) olmadan ortama alışamıyorlarmış. Hal ve tavırlarında bir kapris bir kapris; ne yediğini beğenir, ne meraya yayılır… Varsa yoksa sağılsın, sabah-öğlen-akşam, sabah öğlen akşam, bayram seyran dinlemiyor, sürekli güğümlerin yanında; sinir bozucu bir iş disiplinleri var.

Meğer ürettikleri etin 30 katı süt veriyorlarmış. İyi de piyasaya lazım olan 15 katı süt; aradaki fark büyüdükçe…

Sonucu biliyorsunuz; kural belli:

Süt fiyatı düşük kalırsa inekler kesilir; süt fiyatı yüksek olursa inekler beslenir.’

YORUM YAP